Cumartesi, Ağustos 31, 2002

tatlı bişi olsa mesela. yesem. sıcak süt içsem yanında. sona kitap okusam macera romanı gibi bişe. sona uyuyakalsam. annem gelip üstümü örtse. sabah mahmur uyansam gözüme güneş girio die. gerinsem. sevdiim beni seven insanlar arasa. onnarla mutlu mesut hayatıma devam etsem hiç bişe olmamış gibi.
sanırım artık sinir krizimin sonuna yaklaştım. eski günlerden bahsetmenin bile beni bu kadar hırpalayabilmesi hala çok acı.
lemony snicket denen adamı çok kıskandım. bi kitap yazsaydım bende adını talihsiz serüvenler dizisi koymak isterdim.
bi sene sona nerdeyse iki tane yazı yazdım. ilk okuyanın tüyleri diken diken oldu. ikinci bunalıma girip kendini sorguladı üçüncü hüngür hüngür ağladı. bi arkadaşım benle birlikteyken sürekli kötü anlarını düşündüü için bi süre görüşmek istemedi. bi tanesi bi sene önce bana ben mutluyum sen mutsuz, senleyken mutsuz oluorum görüşmielim demişti. nil benim yüzümden paranoyak oldu kendine benzettim. bunlar sadece aklıma gelenler. hayatıma şu ya da bu şekilde giren insanları lanetledim. hepsi bi yara aldılar benden. yaraladım insanları. bulaşıcı hastalık gibi bişeyim ben. ne olduğum belirsiz. ebola gibi bişe. hepatit b. önce annamıosun sona ölüosun. aids gibi . mutluluk sistemlerini çökertip hayat anlamlarını kaybettiriorum insanlara. aptal ediorum. öle sadece durarak bile yapabiliorum. irenç bişeyim öğk bana.
odamı temizler gibi, eski kağıtları işe yaramayan ya da can sıkanları atar gibi neden hafızamı temizleyip acı veren anıları atamıyorum? acı çekecek yerleri yoketmeden acıyla başetmeyi öğrenmek. pek çok insana göre çok daha fazla şey kaldırabilirim biliyorum. kendimi daha iyi kontrol edebilirim. zor anları daha kolay atlatmış gibi görünebilirim. acı çekmiyor gibi görünüp eve gidince ağlayabilirim. ihtiyaç duyulduğum anda kendimle ilgili her türlü kötü durumu erteleyebilirim. ama bunlar çok zor. bütün bunları yapmak çok zor. başedebilmek ama acı çekmek çok zor. acının büyüklüğünü bilmek, neler olabileceğini öngörebiliyo olmak çok zor. korkuyorum insanlar için. küçük çocukların yüzüne baktığımda yaşamın onlara verebileceği acıları düşünüyorum. şimdi ne kadar mutlular ama ne kadar da mutsuz olacaklar hayatları boyunca diorum. acı çekicekler diorum. büyücülük kulesi sınavından çıkmış raistlin gibiyim. insanlara baktığında onların yokoluşunu gören kum saati gözlü adam gibi. acıları görüyorum. ve hiç birini engelleyemem biliyorum. hiç kimsenin acı çekmesine engel olamam. olamadım da. denedim ve başaramadım. öldü insanlarım. çekip gittiler. tutunamadılar. teker teker kayboldular.
RotWein: naber emre
parklife: ii gibi
RotWein: ii aman ii ol
parklife: sen
RotWein: sıkkın biras
parklife: sebep
RotWein: eksik bişiler var bulamıyorum daralıorum
parklife: hmmmm
RotWein: hımmm ölücek miyim doktor
parklife:sanmam
RotWein: sürüncem yani
parklife: evet
RotWein: sıçtık
herşeyi hakettiğime inanan ve ona göre yaşayan halimi özledim. sıkıldım içerdeki abukluktan. çok sıkıldım. bunları düşünmek istemiyorum. ne eksik ne yanlış diye düşünmesken daha güsel hayatım. hepsi silinsin istiyorum. uyumak ve uyandıım da hiç bişe hatırlamamak istiyorum.
nilim arıycak şimdi ve daha güzel görünücek hayat gözüme.
ilgiden oluo bunnar. ben ilgi görmeye diil göstermeye alışıım. huysuzlanıo bünyede. yabancılıo.
geniş açıları buldum. daha doğrusu düzenledim. eskiden bişiler üretiomuşum. artık o da yok. boş laftan ibaret hayatım. hiç bir yer ve zamanda hiç bir şeye herhangi bir etkim yok. varlığım anlamsız. üretmeyen yaratmayan bir insan. sadece kendi kendine oturup hayatın ne kadar boktan olduğu düşünüp, acılar ve hikayeler biriktiren biri. ne işe yarıo? meçhul. öle var sadece. duruo. hayat boyu bi boka yaramıycak. hüzn yabıo bunalıo? nie peki? gerzek de ondan. falında aşk hayatının düzelmiyceni örendi. görücü mü evlencen kızım sen die dalga geçti fal bakan onna. o da nefret etti hayattan. sona hüzün yabıo. gerzek işte.
sadece aşka meşke de değil artık tavrım. herhangi bir insan sınırlarımı zorlayınca bile panikliyorum. değer vermek istemiyorum insanlara. önemsemek. daha fazla acı demek daha fazla insan. endişe demek. hayatın onlara neler yapabileceğini biliyorum. gördüm. görmeye dayanamam. görmek istemiyorum. çift yönlü bi tehlike aslında. hem onlar için korkuyorum hem kendim için. bilmiyorum. sonuç olarak tersleniorum, agresifleşiorum. kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek ve hiç kimseyle tanışmamak istiyorum. tek olmak istiyorum. böylece kimse gidemez hiç bir yere.
bu gün odamı topladım. eski defterler buldum bi sürü. farkettim son on senedir nerdeyse kendimi hayatta kalıcı ve büyük mutluluklar olmadığına inandırmaya ve küçük mutluluklarla yetinmeyi öğrenmeye çalışıyorum. ve beceremiyorum. bi noktada iradem kalmıo ve gene bi şeylerin peşinde buluyorum kendimi. oysa buna inanmalıyım. istemedikçe ve emek vermedikçe üzemes beni hiç bişe. bişi istemessem onu elde edemediğim için üzülmem. bişi istesem bile uğraşmassam emeğime yazık olma şansı kalma çünkü bi emek olmaz ortada. sakin ve durgun bi yaşam. kendimi deşmemeliyim. altından çıkanlara katlanamıyorum. daha iyisini hakettiğim fikrine katlanamıyorum. gerçekten varsa bişiler içerde bütün bu olanlar yaşananlar koca bi şaka olmalı. bu benim hayatım olamas sürgündeyim. bu kurak topraklar benim olamaz o zaman. bu yağmuru camlar arkasından seyreden insan ben olamam. dedikleri şeyler duruyorsa içerde bi yerde bu çiğnenip tükürülmüş hayat benim olamaz. çürümüş. solmuş.

Perşembe, Ağustos 29, 2002

It's only love and that is all, why should I feel the way I do?
eskiden yazları şaröye giderdim. efsunların yanına. deli gibi eğlenirdik. iki hafta falan kalırdık. efsun zaten en iyi arkadaşım, bide eğlenceli kışında görüşmeyi sürdürdüğümüz bi rup vardı orda. geceleri alternatif die bi disko vardı sahilde oaraya giderdik. gitmeye çalışırdık daha doğrusu yaşımız tutmuoydu her akşam içeri giremezdik. abuk subuk dolanırdık bütün gece.siteye döner orda konuşurduk. kaç kere azar işittik allah bilir. büyük onur küçük onur alper tolga ufuk buket yeliz billur fatih ben efsun. büyük onur a bonur, küçük onura konur derdik. küçük onurun okulu istanbul erkekti. sabahları kahvaltı ederdik onla. bana yılbaşında muhteşem bi parfüm almıştı bende ona bere örmüştüm. severdim çok onu. şeker bişedi. sona birinci sınıfın kışıdı. ben burhaniyeye gitmeden önceki gündü. bonur öldü. 22 yaşınd akalp krizi geçirdi ve öldü. efsun dışında bu insanların hiç biriyle bi daha görüşmedim.
iyi bişi olsa iyi bişi olsa iyi bişi olsa. iyi bişi olucakmış gibi ama olmaması daha muhtemel. sanki sevinicem ufacık tefecik bişi olucakmış gibi. ama ya olmassa. olucak gibi ama yani bu sebepsiz rahatlık falan bişey demeye çalışıo olmalı bana. bişi olucak evet. ama ya ölüceksem? ya buysa en iisi. yok yok ölmem falda çıkardı. bişiolucak sanki. değişik bişi ii mi kötü mü bilmiorum deişik bişe. belki saçımı bu gün böle deişik yabdım die öle geliodur.
beatles dinniorum. ersan nefis bi mp3 cdsi koydu giderken. ne kadar mutlu adamlarmış ya. lise birdeyken sertaç die bi çocuk vardı. o bana iki tane beatles kaseti getirmişti. onları çekmiştim. hatta bi tanesi şimdi nilin arabasında. liseyi bitirdiim sene burcunun kardeşi mert bana bi beatles kasedi hediye etmşti. lesis bi kasetti o ama kayboldu sanırım.burcuyla mert de yok zaten ortada. mert bizim okulda felsefeyi kazandı ama başlamadı daha bölümüne hazırlıkla uğraşıodu en son. burcu da okulu bitirmişti.
sertaçla beraber number1 fm in biradyo pogramına katılmıştık. öyle çok konuşmuştum ki. bize çıkışta clearasil hediye etmişlerdi, ergen bunnar svilceli olur die heralde. o dönemde özgür sunuodu programı college top ten die bişi.özgürün saçlaır uzundu ama nası yakışıklıydıı. of of. bizim okuldaydı özgür. kaç sene sona bi gün, sosyete kantine giderken merdivenlerde görmüştüm, saçlarını kestirmişti. of of gene çok yakışıklıydı yahu. beğendiğim çok nadir sarışın erkeklerden. ooof of. çok yakışıklıydı çok!
bu günlerde işimi daha çok seviyorum çünkü yazı yazıyorum. ufak tefek şeyler. dün bi filmin yönetmeniyle derleme ropörtaj derledim, bu gün de prodüksiyon notları derliyorum. ama olsun. uzun zamandırböyle yazılar yazmamıştım, dergiden beri. zevk için değil birilerine ulaşsın diye yapılan şeyler. birilerinin işine yarasın diye. rada b de nille almost famous yazısı yazdık mesela. onda bulunmak bile bi hafta benim moralimi düzeltti. benim bir yerlerde yazmaya başlamam gerek yeniden. o zaman kendimi daha iyi hissedeceğimdne eminim. ama nerde?

Çarşamba, Ağustos 28, 2002

dün elife benim yağmur hüznümü vermiştim ingiltereye giderken okusun die. bu gün sahaf gezerken yağmur hüznünün başka bir baskısını buldum. daha sevdiğim baskısını. onu da aldım. :)) nede olsa artık öbürü elifindi. bunu da avşara verdim. geri getiricek gerçi ama o da tunusa giderken okuycak. dünyanın iki ayrı yerinde iki ayrı insan benim sayemde bilmedikleri bir bağla bağlanacaklar.
aradı bu gün. hiç bir şey olmamış gibi. hiç gitmemiş gibi. iki gün önce konuşmuşuz da normal konuşmuşuz beni hiç hırpalamamış gibi. geri geldiğini söylüyor söylemedikleriyle. geldi mi gerçekten? ona göre evet. bana göre hayır. liman aynı değil artık. limanda yangın çıkmıştı ve o söndürmeye yardımcı olabilecekken ay dur benim gemime de sıçrar yorgunum zaten yoldan yeni geldim diye limanı kendi kaderiyle başbaşa bıraktı. şimdi döndüm diyor. limanı aynı sanıyor. ama değil. yandı ve yeniden inşa oldu o liman. bundan sonraki yangında orada olacağından emin olmadığı bir gemiyi zorlukla inşaa ettiği güvenli sınırlarına alıp almamakta kararsız. ama o ben geldim diyor. senin almanın ya da almamanın pek de bir önemi yok. yok mu? hep birlikte göreceğiz.
incir. o kadar muhteşem bi şey ki. çok seviyorum. bi keresinde benim moralim çok bozukken nil bana incir almıştı. teşvikiyede bi yerden, daha o zaman incir tam çıkmamıştı. bi kere de 11 eylülden önceki gün taksimde bomba patlamıştı. nille orda buluşup bize gelmiştik. annem incir almıştı. çok sevinmiştik. insanlar ölmüştü biz sevinmiştik incir var die. sonra ben o gün ya da ertesi gün nilin fotoğraflarını çekmiştim. hangi gün olduğu çok net değil. bi de anılları dinlemeye tüneldeki stüdyoya gitmiştik. orda 11 eylül saldırısını örnemiştik bas gitaristi annesi arayınca savaş çıkıo die. sonra stüdyodan çıkınca turkcell in televiyonlarında saldırıyı seretmiştik. anıl o gün 3 tane baget kırmıştı.
bana uzun süre yalnız kalmak yaramıyor. yalnızlığımı sevmeye başlıyorum. insan istememeye başlıyorum manitasal anlamda hayatımda.
dün gece soğuktu. battaniyeyle uyudum. annem bu kış bana bordo inanılmaz güzel bi battniye aldı. ipek gibi yumuşacık. tenime değimesinden acayip hoşlanıyorum. saten pijamaya yakın bir his veriyor. saten pijamalarım da bordo. yumuşak bişiler değio böle tenine nefis. eskiden insanlara çok dokunurdum. sürekli böle el kol sarıl öp mıncır. şimdi öyle değil. bazen rahatsız oluyorum. sarhoşken özellikle. sebebini biliyorum aslında. ama gene de hoş değil. öyleki bazen insanlar tedirgin oluyolar bana dokunduklarında terslenicem die. böle oldu işte. niesi belli ama çözümü meçhul.
b: ağaçlar da incir var mıdır?
n: hayır onlar yabani.
artık bi sürü sally resmim var negsel oley. :))) mutlu ben.
vitamin aldık. artık daha normal insanlarız. gerçi şok ta 15 dakika boyunca silginin üstündeki kaplana güldük ama bu anormal olduğumuzu göstermez. gösterir mi? hayır!

Salı, Ağustos 27, 2002

bu yaz da geçti. ağustosun sonuna geldik. hiç geçen yaz gibi değildi. geçen yaza benzemediği için öyle mutluyum ki. yaz başında bu yaz geçen yaza benzemesin diye pek çok hedef belirlemiştik kendimize. kimini yaptık, kimini yarım bıraktık, yaptıklarımızın bazıları listede yoktu ama inanılmaz keyifliydi. bu yaz ben ve çevremde bulunan insanların hepsi değişti. bazıları gözle görülür şekillerde değişti, saçları boyandı, saçları kesildi, bakışları duruşları gülüşleri değişti. bazıları içerden büyük değişimler yaşadılar. insanlar girdi hayatımıza, insanlar geri döndü hayatımıza, bazılarımız insansız yaşamayı öğrendik, bazılarımız zaaflarımızı yendik. değişik bir yazdı. summer of 2002. 21 yaşımın yazı da güzeldi, 23 yaşımın yazı da güzel oldu. tek sayılar hep uğurlu gelmiştir bana zaten. tek kalmayı seçmek çok da yanlış bir seçim olmasa gerek.
ben bordoyu severdim. sen laciverti severdin. ben kırmızıya boyamak isterdim beyazdaki adacıkları, sen maviye boyamak isterdin. ben kızılı seçtim, sen maviyi seçtin. sen gittin, ben kaldım. ben kaybettim, sen kazandın.
sabah film seyrettik. sonra taksimde yemek yedik. sonra çanta aldım kendime çok güsel. şimdi işteyim. müzik güzel. az sonra yemek sepeti bana hediye elmalı kek göndericek. sonra belki nil gelicek filmden çıkınca. belkide gelmiycek. o zaman ben çıkıp evime yürüycem usul usul. akıcak yol müzikle beraber. huzurluyum bu gün.
in a romantic relationship, when you get to the first physical touch, that's the moment when the relationship can begin to deteriorate and cheapen. The most beautiful moment is when there is no [physical] contact, and all the contacts are mental and are the feelings inside of the two [people] in the relationship.

Pazartesi, Ağustos 26, 2002

odamı deiştiricem gene. masamı atıcam, doalbı atıcam. yer açıcam nefes alıcam.
bisde öbürüm elifle elf elifle parise gidices. yaşasın yeni ülkelerdeki yeni hayatlarımız!
elifi gördüm bu gün. canım elifi. gidiyor. ilginç aslında. bir zamanlar hayatlarımızdan gitmiştik. şimdi yaşam alanlarımızdan gidiyoruz birbirimizin ama hayatlarımızda her daim varolacağımız kesin. seni çok seviyorum elifcimcim.
son zamanlarda kendi hakkımda konuşmaya başlamış olmam yeniden sanırım bi şeylerin hareketlenmesine sebep oldu. uzun zaman sonra ilk defa kendimden bahseden bir şeyler yazdım. cumartesi günü ütü yaparken kelimeler düşmeye başladı zihnime. sakince ütümü bitirdim, odama gittim. playlist yaptım kendime. ve sarı defterimi alıp yazmaya başladım. rahatladım. kustum içimi. rahatım biraz daha şimdi. belki öyle yazmadım, belki daha kötü gördüm yazarken yaşadıklarımı ama, şimdi daha fazla ışık sızıyor içimden. daha az acıyor canım. yeniden yazabilmiş olmak -iyi ya da kötü bir şeyler- hala içimdekilerin tam olarak tükenmediğinin kanıtı. belki de doğrudur. belkide ışık sızıyordur hala bi yerlerden.
hafta sonu agota kirstiof un üçlemesini bitirdim, büyük defter, kanıt ve üçüncü yalan. dehşetle okudum kitapları. etkileyiciydi. uzun zamandır böyle sömürürcesine okuduğum ender kitaplardan biriydi. aptal etti. bitince etkisini tam yaşayamadım gerçi. kitabın kapağını kapattıktan 4 dakika kadar sonra niller geldi. ama şimdi son cümleyi hatırlyınca o ürpertiyi hissedebiliyorum. gerçektende boyalı kuşun yanında durması gereken kitaplarmış. alıp bende onları boyalı kuşumun yanına koymalıyım.
yağmur yağsın.
bi de bence tren çok kötü bi fikir. acır feci.
rımrımrım geri döndük verimli hayatımıza. etimekli rejim yürüyüş pazartesi sabahı iş toplantısı. nemyiş canım öle her gece sohbet eleence, film yemek şarap ıııyyykkk hiç bize göre diil. kehkehkeh

Cuma, Ağustos 23, 2002

sally nin resmini aradım bulamadım. buraya koyucaktım. nese bulsam da nası resim koyucamı bilmiorum ki.
dün beni nightmare before christmastaki sally e bensettiler. aslında itiraf ediorum ben de bensetiodum çok mutlu oldum o yüsden. böle dana gibi gözleri ağlamaklı bi gülümsemesi, uzun düz kızıl saçları ve geniş kalçaları olan bi çeşit dişi frankeştayn bu sally arkadaşımız. ama yani sadece dış görünüş diil, aşk hayatımız da andırıo, yani tabe ben bi pumpkin king peşinde ölmüorum, ve the one yalanına inanmıorum ama benzio. ayrıca ikimizinde dikiş dikip abuk subuk şeyler pişirio olmamız da hoş bi raslantı. şeker sally canım sally. uzun zamandır bana benzeyen bi çizgi film kahramanı olsun istiodum. artık var. yani ben onu keşfettim. daha doğrusu ben keşfetmiştim ama onaylandı. yippiiiii!
benim kayacan die bi arkadaşım vardı afşinin adını ilk duyduunda ona ekşın men die isim takmıştı. afşinne hiç tanışmadılar ama afşin çok gülmüştü bu isme. sona afşin gittikten sona ismi öbür afşine miras kaldı. bu arada kayacan ın bi manitası vardı. kız ermeniydi, ailesi izin vermio die ayrılmışlardı ama yani hala feci seviolardı birbirlerini. sona bi gün hop... kız öldü. kayacan dağıldı doğal olarak. bi öykü yazmıştım ikisine dair. kayacan öykünü bi kopyasını böle katlamış katlamış cüzdanında taşıodu. bi gece olay daha yeniyken içmiş içmiş eve dönüomuş. böle üstünde kapşonlu bişi var, o dönemde satanist olayları böle gündemde bunu böle siyahlı kapşon kafada görünce polis çevirmiş kimlik falan sormuş. sona bişi bulurum ot mot die heralde cüzdanı karıştırmış. orda benim yazdığım öyküyü bulup okumuş. bu gerçek mi die sormuş kayacana o da evet demiş. kim peki demiş adam, o da benimle kız arkadaşımın öyküsü bi arkadaşım yazdı demiş sona polise olayı anlatıp ağlamaya başlamış. polis kayacana sarılmış böle omuzuna falan almış evine bırakmış arabayla.
ırmakla bruce willis dün bi ara aynı bakışı yabdılar. acaba ırmaan içinde bi ekşın men mi yatıo? yani acaba mesela yaz sıcaan da çounlukla uzun kollu giymesi acaba kollarında ki ekşın yaralarını kapatmaya çalışmasında mı kaynaklanıo? mesela bol giyinmesi pantalonunun arka tarafına sakladığı silahı gizlemek için mi? ya da mesela ööle bakarken aslında kızıl ötesi ışınlar saçıo olabilir mi? belki de özel bi yöntemle o şekilde bakarak düşüncelerimizi okuodur. belki de bize içirdiği şaraplar aslında bizi konuşturmak için hazırlanmış özel serumlardır. ve belki de ona en özel sırlarımızı açmışısdır ama hatırlamıorusdur? belki gerçekten odaya girmiştir ve beynimize minik çipler yerleştirmiştir? belki şu an yazdığım her şey ırmağın bilgisayarında ki burcu bölümünde çıkıodur. daha ben yazmadan, daha onnarı düşünürken? aman tanrım!!!! ırmak!!! senden bunu hiç beklemezdim! yani ne diycem bilemiorum... yıkıldım... artık bir özel hayatım yok... sorsan annatırdım... ne gerek vardı bütün bunlara ha ne gerek vardı!!!! seni asla affetmiycem!
bu kahve bi garip. tadı böle yok gibi çok koyuosun tadı güsel olsun die. o zaman da böle dibe garip bişi çöküo. hani çikolata atmışsın içine erimiş sona souyunca kahve daha yoğun ve daha az sıvı bişi olarak mug ın dibine çökmüş gibi. ay bide dn o paşabahçede gördüğümüz espresso bardaklarına hasta oldum. hem rengi muhteşem. hem de böle tabaan ortasında durmuo fincan kenarında duruo bölece yanına kurabiye koyabiliosun. muhteşem bişi. ama çok pahalı. sanırım mutsuz ya da huysuz bi günümde kendime alıcam. ama dünkü gibi cebimde sadece 250 bin lira olan bi günde değil. o diğer büyük su bardakları da muhteşemdi. portakal engi gibi ama kırmızı gibi de. onnar ucuz. alıcam ondan iş yerine. tolganın mavi bardaa üzülücek benim muhteşem bardağımı görünce.
bide şey çok komik diil miydi? metenin hani saçları head bang yabarmışcasına savurması ama aslında o sırada dehşetle yerdeki şarap lekesini temizlemeye çalışması. aslında bu öbür blogın konusu ama üşendim şimdi oraya geçmeye sona bi ara yazarım. bi de bi ara avşarın sarışın ırka kin kusmasına da çok güldüm. heheheh şeker avşar. yazık be benne uraşıo hep.
rımrımrım bi bakalıımmm, önce nightmare before christmas, sona 5. element, soona distrubing behaviour bi vakit soona fight club sona da sessiz sinema, harbiden movie night olmuş. aferin bize. bi de aslında bence şarapların biz saroş oldukça kötüleşmesi ii bi raslantıydı bölece baştaki güsel şarapları tadını çıkararak leziz içtik, sonrakileri ööle içtik. sorakilerde güsel olsa olmas mıydı? olurdu ama ii olmasdı. hakkını veremezdik şarapların yazık ederdik.

Çarşamba, Ağustos 21, 2002

bi de şeyi hatırladım şimdi. en son h2000 de öle ağzımı muslua dayayıp su içmiştim ben. mete böle bi çeşme bulmuştu arkalarda bi yerde. bacak kırma tehlikesi vardı ama zevkliydi ordan su içmek.
nedim in icq su 2 kere onlayn oldubu hafta annamıorum neler oluo.
tabi bide benim onnarı sevdiim lkadar onnar da beni sevio. kızlarının adınıbana itafen burcu koydular. eğer berkantla aytülün kızları olursa bana itafen burcu olan 3. burcu olucak. ne garip.
yasemin ablamın, emine ablamın ablasının evi eskiden foçadaydı. orda kalırdık emine ablamla. gündüz evde oturur denize girer yayardık akşam eniştemle yasemin abla gelince balkonda sofra kurardık. eniştem hep kırmızı şarap alırdı . tam bizim yemek saatinde foçayı çevreleyen tepelerde güneş batardı. muhteşem bi kırmızı turuncu renge boyanırdı tepeler. kırmızı şarap içer sohbet ederdik hava kararana kadar. sonra foçaya giderdik askeriyenin servisiyle. yürürdük. sonra eve dönerdik ve uyurduk. foça hep rüzgarlı olurdu. önce zevk veren foça sanmıştım. ama sonra yasemin ablamlar menemen e taşınınca ve ben hala o sofradan aynı zevki almaya devam edince, güsellpğin insanlardan kaynaklandığından emin oldum.
mavi bardaklardan su içmeyi seviyorum. daha ferah gelio nedense. içtiğim suyun tadı daha güselmiş gibi gelio. bide ince bardaklardan içmeyi seviyorum. daha güsel oluo. içmek daha zarif bir eyleme dönüşüyor. eskiden çeşmeye ağzımı dayayıp su içmeyi de severdim çok. ama sonra sular çirkin olunca bıraktım. annemin salihlideki köyüe gidince tulumbaya ağzımı dayayıp içerdim. sonra tulumbanın bööle bi havuz gşibi bişeyi vardı önünde minicik ona girerdim bacaklarımı sıvayıp su buz gibi olurdu. nefiz. yaz ortasında manisa kurak bi sıcaklıkla kavrulurdu o asmaların altında gölgede bööle sularda şop şop nası güsel olurdu. dayımlarda kalmayı sevmem aslında. emine ablamlarda kalmayı seviyorum. oınların da güsel bahçesi var tulumbaları var ama dayımların tulumbası gibi olmuodu. ama ordada mesela avluda çan çan konuşmayı sona büyük odaya geçip teyzeannanemle türkan teyze uyuduktan sonra emine ablayla çiğdem çitip kola içip geyik yapmayı seviorum çok. sona emine abla gecenin bi vakti hayatın öbür ucundaki mutfağa gider kahve yapardı. hava anca gecenin köründe kahve içilicek kadar soğuk olurdu. sonra uyurduk. sonra sabah elinde kahvaltı tepsisiyle gelir ve yer sofrasını kurardı. canım ya.
dinle hep yağmuru dinle
teselli bul türküsünde.
herşeyin kötü olacağından emin olduktan sonra, kendime kötülüğü ve değişmezliği kesin bir senaryo hazırlayıp iyiye dair umutlarımı hhoopp çöp öğütücüye attıktan sonra rahatladım. no hope no pain. rahatım şimdi. gerginliğim geçti. korkacak bir şey kalmadı. bu gemiyi de titanik yaptım. böylece amerikaya gidip orada yeni bir hayata atılınca başıma gelecek kötü olaylardan korkmama gerek kalmadı. :)) saçma bir huzur, hoş bir rahatlık, mutluluk sonrası mutsuzluk ihtimalini ortadan kaldırınca duyulan mutluluk. evet belki saçma. ama bu benim işte.

Salı, Ağustos 20, 2002

normal, sakin, normal, belirli, sıkılmayan, agresif olmayan, gerilmeyen, dağıtmayan, uzatmayan, abartmayan, dağılmayan, paranoya yapmayan, normal olan, normalleri çeken, normal karşılayan, normal karşılanan,normalden korkmayan, normalden kaçmayan, bıdıbıdıbdıbıdıbıdıbıdbıdıbıdbıdıvısdbıdıbıdıbıdıııııbbbbbıııııııı
gece ben hüzün yaparken avşar aradı. o da hüzün yapıomuş. nil bana hüzün playlist hazırlıodu bilgisayarın başında. avşar tütsü yok die üzülüodu bende buhurdanlık yaktık dedim. sonra nie böyle hepimiz efkarlandık ki gece dedim. o da aynı şeyleri yaşayan insanların sürekli beraber olan insanların böyle olması doğal dedi bende evet dedim. doğal olmayan beraberken yaşadığımız aynı şey eğlenceydi. birlikteyken çok eğlenmiştik. ama genede bunda hüzünlenecek bişiler bulmayı becermişis demekki. aferin bize. başımız göğe ericek. salak biz.
eskiden herkesin bir şansa daha sahip olması gerektiğini düşünürdüm. yani herkes hata yapabilr diye. ama şimdi öyle değil. yani hala öyle düşünüyorum ama uygulamada öyle değil. biri bana bir kere hata yaptığı zaman herhangi bir yer ve zamanda bir ikinci şans veremiyorum. büyük bir hata olması da gerekli değil. yanlış yer ve zamanda yanlış bir şey söylemiş bile olsa durum değişmiyor. belli sınırların içine aldığım insanların sınırsız hakları var. ama bu sınırı geçirmeye karar verdiğim bi insan henüz sınırın dışındayken böyle bir şey yaptıysa alt üst oluyor her şey. sınırı geçirmeye karar verecek kadar değer verdiğim için hatayı görmezden gelmek istiyorum. sınırı geçecek kadar güvenimi kazanmamış olduğu için affedemiyorum. daha doğrusu affetmeye korkuyorum. sonrası? yok. bu ne yaman çelişki anne diye dolanıyorum ortalıkta.
dün ırmakların evine gittik. öncesinde nargile içmiştik hafif başım dönüyordu. benim başım dönerken denizde minik gözler oluşuverdi. yağmur yağdı sonra bizi kaldırdılar yerimizden. biz de gittik. ırmaklarda yağmur yağdı. yağmur. bu ara gene benim biricik sevgilimsin yağmur. hep buralardasın. ben çok huzursuzum yağmur. nolucak benim bu halim. neyin içerde neyin dışarda kalması gerektiğine artık karar veremiyorum yağmur. dışarda kalsın istiyorum. böylece daha kolay olacak hayat. ama içerde olmasına özlem duyuyorum. içeri almaya karar veriyorum ama bu defa o içeri girmek istemiyor. birisini ya da bir olayı yaşam çemberinin içine almak tek kişilik bir olay değil ki. tam katılım gerektiriyor. sonra en ufak bir aksilik de hoop, bırakıyorum elimdekileri. sonuçta ben gerginliğimle ellerim boş ölece salak gibi kalıyorum kendi içimin ve dışımın ortasında. ve doğal olarak hiç bir yere varamıyorum, hiç bir şeyi değiştiremiyorum.
cumartesi gecesi eve dönünce bi garip oldum. asansörde düğmleri ters tarafta, yani nillerin asansöründeki yerlerinde aradım. zaten metenin arabasıyla nillerin sokağına saptığımız anda hepimiz evimize gelmişiz de yatıp uyuycakmışız gibi hissediyodum. sonra tabi yol boyu surat astım. ertesi gün ailemi yabancıladım.
yağmur yağıyo, iş yerinde bir başımayım. müzik var. simit yedim. alkolizm bloglarını okudum güldüm. peki huzurlu muyum? tabiki hayır.

Çarşamba, Ağustos 14, 2002

YARIM
seni görebilmek için
o geriye döndüğüm zamanlar
ikimizde ölüyoruz
yaşarken.
öyle çok ihanet edildi ki ona,
artık kimse onun kalbini nereye gizlediğini bilemez.
yaratan ellerim dibe de çekebilir aynı zamanda.
öyle çok değiştim ki. durup bakınca geriye yürüdüğüm yollar beni beklediğimden ne kadar farklı yerlere çıkartmış, bir zamanlar durduğum yerin ne kadar da uzağına düşmüşüm. dışardan bakınca umursamaz ve zaman zaman katı görünen, içerden ürkek bir insan oluvermişim. bazı şeylerin düşüncesinden bile öyle çok korkuyorum ki. kendimi bazı ruh hallerinde hayal etmeye çalıştığımda korkudan soluğum kesiliyor. göze alamıyorum artık kayıpları. eskiden acıya ya tehlikeye karşı aptalca bi cesaretle atabilirdim kendimi. gelecek acıların beni yenileyeceğine dair bir inancım vardı. şimdi de var. evet acılar değiştirir çehremi. ama galiba eski çehremi özlüyorum. yürüdüğüm yolların beni çıkarttığı sokaklar olmayı hayal ettiğim sokaklar değil. yüzeyde görünen, başarılı hayatım değil bahsettiğim. yoketmeyi başardığım duygusal hayatım. aferin bana. yokettim bravo. alkış!

Salı, Ağustos 13, 2002

yalnızca sana seslenmek istemiştim.
sen beni
canlı cansız herşeye seslenmeye ittin.
- Hmm. Demek bi kere intikam aldın. Ama bu bayaa sertmiş, belki bunun yanında diğerleri çok hafif kaldıı için saymıyosundur onları
-yoo cidden genelde onla mı uraşıcam vaktimi harcamamı haketmio dşie düşünür ve görmezden gelirim kendimle ilgili yani sevdiim birine zarar verirse biri o zaman biraz deişebilir tabi durum
-Belki ben yanlış algıladım. Ya da belki yapmıyosun ama o mesajı yolluyosun. "Bana yanlış yaparsan aazına mçılır"
-o mesajı veriyo olabilirim yani o kadar fazla yamuk yapıldı ki senin canın yandıktan sonra intikam almışsın almamışsın bi önemi yok o yüsden o mesajı verip korumaya çalışıorumdur
-Evet sanırım bunu yapıyorsun.

Pazartesi, Ağustos 12, 2002

gözlerine bakar ağlar bu son şarkı son umut
gitme
hep burada kal
bizimle kal bu kıyıda.
mutluluk ihtimalini görünce panikleyip bozuyor işte. çok çalıştığı bir sınava son dakika da girmekten vazgeçmek ya da çok eğleneceğini bildiği bir konserin kapısında girmekten vazgeçip eve gitmek istemek... böylece mutlu anıları olmuyor. kötü bir şey olduğunda karşılaştırıp daha yalnız ve üzgün hissedeceği anlar birikmiyor belleğinde. belki mutsuz ama inişleri çıkışları olmadığı için daha az acı veren bir hayat sürüyor kendi kendine.
-anlayamıyorum insan neden böyle bir şey yapar ki kendine?
-çok kırıldığı için.
how could I be so immature to think that he will replace the missing elements in me?
ı can say no to hope, ı can say no to happiness.
gelmek ve gitmek. gelmekte asıl mesele bir yere varmak. varmak gelmenin somut hali ve hatta amacı. gitmek öyle değil oysa, gitmekte asıl olan varılmış bir yeri bırakmak. bırakmak ve riske atılmak. belirsizlik. birinde belirliyorsun herşeyi, diğerinde belirsizleştiriyorsun.
gelmek-gitmek. gel-git. gel-git akıllı. gelin. gelmek daha çok takdir topluyor sanırım. gelin diye bir şey var. gelmek mutluluk veren bir şey olsa gerek. bu toplumun kadınlara yüklediği en büyük mutluluğu gelin olmayı gel kökünden türetmişler. erkeklerin en büyük mutluluğu olduğu varsayılan hayatlarının büyük çoğunluğunda akıllarında olduğu söylenen sekste en büyük mutluluk noktaları olan boşalmakta gelmek diye tabir ediliyor. nedir bu gelme hevesi anlamadım ki ben. çok sıkıcı, geliosun, ee sona? sonası yok geldim bitti. eve geldim gün bitti. işe geldim keyif bitti. yazlıa geldim hafta bitti. manasız bişi.

Perşembe, Ağustos 08, 2002

yağmur yağdı. öyle güzeldi ki. yağmur. daimi sevgilim :)
bazen eziyorum kendini. yaptığım her şey batıyo. yararsız gereksiz ve beceriksiz hissediyorum. neden bilmiyorum. biliyorum ama söyleyesim yok. yok işte. olsa da sana sölemem.

Salı, Ağustos 06, 2002

yolda giderken birisini görürsün. otobüsün camından puslu bir açıyla. sonra akar gider yanından. senden sonrasını bilmezsin. karşıdan karşıya geçmiş olabilir. karşıdan karşıya geçmemiş olabilir. karşıdan karşıya geçememiş, hızla gelen bir aracın altında kalmış olabilir. 10 saniye önce geçmekle yanından, görüntüler dünyasında sonsuz bir yaşam sunarsın ona. 10 saniye sonra geçseydin sonsuz bir ölüm armağan edecekti sana.
yol yanından akar gider. "ölü" bir kuş görmüşsündür. ya da ölü bir "kuş" görmüşsündür. ölümü mü yoksa kuşu mu gördüğün kime ve neden gittiğine göre değişir.
. . .

Powered by Blogger