Perşembe, Aralık 18, 2008
ayakkabı
kendime dünyalar şirini bi ayakkabı aldım. babet ama mini mini topuklu, gri biyeli siyah. hem şirin hem zarif. 30 yaşıma girerken bir takım revizyonlara girmeye gerek duyuyorum ister istemez. 30 yahu boru mu
zınzın
o kada uzun zaman olmuşki burada bir şeyler eylemeyeli...
az önce sayfama bi bakiim dedim, en son ne yazmışım. anam o da ne?? adresi unutmuşum! yıllarımın blogunun adresiyle başlığını birbirine karıştırmışım. hem de bir süre aymadım, aah ah yazmayınca kapattılar blogumu başkalarına verdiler diye üzüm üzüm üzüldüm. neyse sonra geldi aklıma oh.
tatil ne güzel bişi di mi? tatili güzel yapan ne peki? işten kaçma fırstaı yaratması mı? hayır sayın, bitince işe dönülecek olması. benim geçtiğimiz sene öğrendiğim şeylerden biri bu oldu. volkanla 2 kere tatile gittik. ikisinde de o söylenerek işe döndü ama ben nefret ederek eve günlük rutine döndüm. tatilden sonra iyice renksizleşen, sıkıcı gelen eve döndüm. aslında çok sevdiğim, bayıldığım, huzur bulduğum ama aylardır beni fazla sıkı bir boğazlı kazak gibi daraltan, kaşındıran, nefes almamı zorlaştıran evimize. sabahların, öğlenlerin, öğleden sonraların ve hatta öğleden öncelerin aynı olduğu bir 9 ayın ardından koltuğun kadifesinin fitillerini ezberlediğim, yastıklara kendi şeklimi verdiğim, televizyonda yayınlanan her türlü programı ezbere öğrendiğim evime. kitap okumak bir yere kadar, insan ne zaman biteceğini bilmediği zaman bu dalgınlığın bir şey de yapamıyor. bir aymazlık, bir iç sıkıntısı... akşam özellikle 4,5-5 gibi iyice artıyor. sabahki dizilerin tekrarları oluyor bu saatte zira ve yapılacak bir şey olmuyor. o saate kadar durmaksızın yayıldığı için yapılması gerekenler dünyanın en zor işi gibi geliyor. sonra zorla kalkılıyor koltuktan, büyük bir iç bulantısı bünyede, sabahtan beri mutfaktan salona taşınmış şeyler mutfağa götürülüyor, bulaşık makinesine konuyor. sonra hadi abartmiyim dyerek yatak odasında pijamalar çıkartılıyor. sonra bir 10 dakka ne giysem sancısı. sonra tekrar salona. saate bakılıyor. volkanın gelmesine az kalmış. yemek yapacaktım bugün ama, geç olmuş diyerek vazgeçiliyor. gün boyunca bir sürü şey planlanıyor, hepsinden vazgeçiliyor. koltuk kazanıyor bütün ayağa kalkma savaşlarını, br de o kırmızılı siyahlı battaniye. sonra volkan gelirse süper, 6,5 -7 gibi başka bir insan oluyorsun, taa ertesi sabah kadar. ama anlatacak hiç bir şeyin yok yine de, bütün ne yaptınlı soruları cevaı "hiiiç". sonra bir gaza gelme. ertesi gün şu olacak bu olacak. erken kalkılıp yürüyüş, sonra yemek yapmaca, sonra okuma, okulla ilgili biraz araştırma belki, belki de biraz nişantaşında turlama. böyle düşünerek uykuya gidiyorsun. ama ertesi sabah yine aynı terane olacak. bunu daha planları yaparken de biliyorsun.
işte böyleyse hayat, tatil dönüşleri çok daha fena oluyor. bir kere tatil boyunca yalnız değilsin, eğleniyorsun. akşama kadar hiç konuşmadığın rutinine dönme düşüncesi çok mutsuz ediyor insanı, tatilin son bir kaç günü işe döneceklere kıskançlıkla bakıyorsun, iş var diye söylendiklerinde hepsini oklavayla kovalayasın geliyor.
bayram tatili biterken pazar gecesi yatakta sevinç doldum birden. ertesi güne işe gidicek olma fikri çok çok çok mutlu etti beni. volkan işe gitmemi istemiyordu, hastaydım çünkü. ama tatil dönüşü evde durma fikri o kadar midemi bulandırdı ki, gittim okula. gerçi sonra daha fena hasta olup 3 gün yatmam gerekti. ve şunu farkettim, evde hayat aynı, değişmiyor hiç, hep aynı iç sıkıntısı.
az önce sayfama bi bakiim dedim, en son ne yazmışım. anam o da ne?? adresi unutmuşum! yıllarımın blogunun adresiyle başlığını birbirine karıştırmışım. hem de bir süre aymadım, aah ah yazmayınca kapattılar blogumu başkalarına verdiler diye üzüm üzüm üzüldüm. neyse sonra geldi aklıma oh.
tatil ne güzel bişi di mi? tatili güzel yapan ne peki? işten kaçma fırstaı yaratması mı? hayır sayın, bitince işe dönülecek olması. benim geçtiğimiz sene öğrendiğim şeylerden biri bu oldu. volkanla 2 kere tatile gittik. ikisinde de o söylenerek işe döndü ama ben nefret ederek eve günlük rutine döndüm. tatilden sonra iyice renksizleşen, sıkıcı gelen eve döndüm. aslında çok sevdiğim, bayıldığım, huzur bulduğum ama aylardır beni fazla sıkı bir boğazlı kazak gibi daraltan, kaşındıran, nefes almamı zorlaştıran evimize. sabahların, öğlenlerin, öğleden sonraların ve hatta öğleden öncelerin aynı olduğu bir 9 ayın ardından koltuğun kadifesinin fitillerini ezberlediğim, yastıklara kendi şeklimi verdiğim, televizyonda yayınlanan her türlü programı ezbere öğrendiğim evime. kitap okumak bir yere kadar, insan ne zaman biteceğini bilmediği zaman bu dalgınlığın bir şey de yapamıyor. bir aymazlık, bir iç sıkıntısı... akşam özellikle 4,5-5 gibi iyice artıyor. sabahki dizilerin tekrarları oluyor bu saatte zira ve yapılacak bir şey olmuyor. o saate kadar durmaksızın yayıldığı için yapılması gerekenler dünyanın en zor işi gibi geliyor. sonra zorla kalkılıyor koltuktan, büyük bir iç bulantısı bünyede, sabahtan beri mutfaktan salona taşınmış şeyler mutfağa götürülüyor, bulaşık makinesine konuyor. sonra hadi abartmiyim dyerek yatak odasında pijamalar çıkartılıyor. sonra bir 10 dakka ne giysem sancısı. sonra tekrar salona. saate bakılıyor. volkanın gelmesine az kalmış. yemek yapacaktım bugün ama, geç olmuş diyerek vazgeçiliyor. gün boyunca bir sürü şey planlanıyor, hepsinden vazgeçiliyor. koltuk kazanıyor bütün ayağa kalkma savaşlarını, br de o kırmızılı siyahlı battaniye. sonra volkan gelirse süper, 6,5 -7 gibi başka bir insan oluyorsun, taa ertesi sabah kadar. ama anlatacak hiç bir şeyin yok yine de, bütün ne yaptınlı soruları cevaı "hiiiç". sonra bir gaza gelme. ertesi gün şu olacak bu olacak. erken kalkılıp yürüyüş, sonra yemek yapmaca, sonra okuma, okulla ilgili biraz araştırma belki, belki de biraz nişantaşında turlama. böyle düşünerek uykuya gidiyorsun. ama ertesi sabah yine aynı terane olacak. bunu daha planları yaparken de biliyorsun.
işte böyleyse hayat, tatil dönüşleri çok daha fena oluyor. bir kere tatil boyunca yalnız değilsin, eğleniyorsun. akşama kadar hiç konuşmadığın rutinine dönme düşüncesi çok mutsuz ediyor insanı, tatilin son bir kaç günü işe döneceklere kıskançlıkla bakıyorsun, iş var diye söylendiklerinde hepsini oklavayla kovalayasın geliyor.
bayram tatili biterken pazar gecesi yatakta sevinç doldum birden. ertesi güne işe gidicek olma fikri çok çok çok mutlu etti beni. volkan işe gitmemi istemiyordu, hastaydım çünkü. ama tatil dönüşü evde durma fikri o kadar midemi bulandırdı ki, gittim okula. gerçi sonra daha fena hasta olup 3 gün yatmam gerekti. ve şunu farkettim, evde hayat aynı, değişmiyor hiç, hep aynı iç sıkıntısı.
Cuma, Temmuz 25, 2008
gir
simdi bekleyen varsa kesin benden berlin postu bekliyordur ama
sabah sabah
avsarin bloguna baktim
senelerce birinci blog olarak durdugum yerde yokum
birak onu more dugmesine basilinca cikiyorum
ne yani eski yerimde durmak icin aman dur en son ben yazdim blog rekabet ortami vuuu mu diycem
avsaru bir blog sahibi olarak beni rekabet ortamlarina meze eden bu yeni sisteme gectigi icin kiniyor, kendisine bir zamanlar bloglar ve blog linkleri konusunda verdigimiz sozu hatirlatiyorum
hih!
dur bakiim bunupost diyince cikicam mi simdi tepeye
sabah sabah
avsarin bloguna baktim
senelerce birinci blog olarak durdugum yerde yokum
birak onu more dugmesine basilinca cikiyorum
ne yani eski yerimde durmak icin aman dur en son ben yazdim blog rekabet ortami vuuu mu diycem
avsaru bir blog sahibi olarak beni rekabet ortamlarina meze eden bu yeni sisteme gectigi icin kiniyor, kendisine bir zamanlar bloglar ve blog linkleri konusunda verdigimiz sozu hatirlatiyorum
hih!
dur bakiim bunupost diyince cikicam mi simdi tepeye
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)