psychopathology
be good to her and she will be good to you
Salı, Kasım 19, 2024
hastayım hasta, canım ister pasta
Cuma, Kasım 15, 2024
Çok iş var annecim!
Bu aralar çok dağıldım. Üç yoğun haftasonu üzerine son haftasonundan hastalanarak dönmem pek hoş olmadı. Zaten yüksek enerji sonrası düşüşleri yaşıyordum, bir de üzerine hastalık gelince kendimi toparlayamadım bu hafta. Pazartesi dinlenmek için evde kaldım, bunu planlamıştım, yol dönüşü dinlenmeye ihtiyacım olacağını biliyordum. Salı işe gittim ama o sırada hastalık emareleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Sabah hasta uyandım ama işe de gitmem lazımdı. Sersem gibi olduğum için pek çalışamadım. Öğlen 3 gibi eve geldim 6'ya kadar deliksiz uyumuşum. Perttim kalktığımda da. Baktım olacak gibi değil, çarşamba da bütün gün yattım ve uyudum evde. Perşembe toplantı olduğu için okula gittim başlarda iyi gibiydim ama eve dönüş saatinde pilim bitmişti. Eve 4.5 gibi geldim ve 7.5'a kadar deliksiz uyudum. Ön kapıdan yatağa nasıl geçtiğimi pek hatırlamıyorum. Gece de 10.30 gibi gene gittim uyudum. Sabah da erken kalkmadım yani. Bugün de %100 kendimde olduğum söylenemez, hala ilaç alma ihtiyacı hissediyorum. İlaçtan sonra biraz daha toparladım sanırım ama işte yani kafamın içi bulut dolu. Düşünceleri bir araya getirmek, yapmam gereken işlere bakıp onları bir sıraya dizip yapmaya başlamak falan zor geliyor. O nedenle bir todo list yapmaya karar verdim. Şöyle en detaylısından. Umarım işe yarar.
Perşembe, Kasım 14, 2024
Referanslar
Yeni hayatımda kendimle daha mutlu olmak için bulmam ve kabullenmem gereken yeni referans noktaları var. Yoksa olamıyorum. Ne olamıyorsun derseniz, genel olarak olamıyorum, var olmak çok zor oluyor. Önce bir şu anda nelere göre değerlendiriyorum onu yazsam belki saçmaladığım yerleri fark edip düzeltmem daha kolay olur diye düşündüm.
1. Üretken gün geçirdim demek için o gün bütün mecburi işleri eksiksiz yapmış olmalı, derslerimi vermiş, toplantılara katılmış, üzerine yazmış ya da yazmak adına analiz vs. yapmış olmam gerek diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki artık bunların hepsini aynı güne sığdırmam mümkün değil. Özellikle 4 saat dersim olan günlerde ders sonrası ve ders öncesi mutlaka dinlenmem gerekiyor. Bazen çok-ders günlerim yoğun geçer ve bu dinlenme aralarını veremezsem bu defa ertesi gün patlıyorum. O yüzden her güne bir temel hedef koymam, bu hedefi fazla büyük tutmamam ve hedefime ulaştığım anda suçluluk duygusunu bir kenara bırakmam lazım. Üzerine olur da başka işler yaparsam kendimi yormadan ne ala. Yapamazsam da canım sağolsun diyebilmeliyim.
2. Haftamı programlarken her günü son derece aktif ve üretken geçireceğim kafasından çıkmam lazım. Mecburi görevlerim olan (ders vermek gibi) günlerimi temel alarak o günlerde mutlaka görevimi yerine getirebileceğim bir rutin sağlamam lazım. Pazartesi ve Çarşamba çok dersim var örneğin, Salı ve Pazar çok zorlamadan geçirmeliyim.
3. Eğer olur da ağrım olursa, bitkinsem, gidemeyeceğimi fark edersem, diğer her şeyi doğru yapmış olsam da mecburi görevleri iptal edebilirim. Bu suçluluk duyulacak bir şey değil, kendimle ilgili sorumluluk almaktır (belki yazarsam inanırım)
4. Dışardan her zaman çok bakımlı, çok enerjik, çok neşeli, çok sağlıklı, çok ağrısız görünmek zorundayım gibi bir kafa yapım var - aylardır terapide değiştirmeye çalışıyoruz, ve ilerleme de sağladık bence. Her zaman çok bakımlı olamam, duş alıp makyaj yapmak dersi iptal etmeme yol açacaksa, yağlı saçla makyajsız giderim (yaşadıklarımdan öğrendiğim şeyler var allahtan). Kaşıklarımu düzgün kullanmalıyım. Kötüysem ve modum yoksa neşeli ve enerjik davranmak beni daha çok yoruyor, ramden yiyorum. Artık etrafımda hastalıklarımın ve yaşadıklarımın farkında olan ve beni anlayan insanlar var, anlamayanlar da gittiler - gitsinler de- zaten. Neysem o olmamda sorun yok.
5. Ayrıca ağrım varsa var. AĞRIM VARSA VAR. Bunu böyle yazmak iyi geldi nedense. İnsanlara sürekli hastayım, ağrım var, belim kötü, kalçam kopuyor demek istemiyorum. Ama bunu söylemediğim gibi dışardan anlaşılmasını da engellemek için çok çaba sarf ediyorum ve bu beni yoruyor.
Biliyorum sürekli ağrısından söz eden, ağrıları nedeniyle programları iptal eden ya da baştan hiç gelemeyen, heveslenip kendi yaptığı planları ertelemek zorunda kalan birinin etrafında olmak kolay. Ama o insan olmak daha da zor. Zihninde eskisi gibiyken bedenin yapmak istediğin, yapmaya ihtiyaç duyduğun hatta yapmak zorunda olduğun şeylere bile izin vermiyorken o insan olmak çok zor. Kendini eski halinle karşılaştırmamak, kendini eskisi gibi sanıp ona göre plan program yapmamak, insanları hayal kırıklığına uğrattığın için mutsuz ve suçlu hissetmemek çok zor. Ama ağrı varsa var işte. Ağrının olmaması için günlük hayatımda uyguladığım önlemler, beslenme düzenim, aldığım ilaçlar bir yere kadar işe yarıyor. Bazen ağrı geliyor ve her şeyi ele geçiriyor. O noktada ona uymaktan, bedenimi ve ruhumu rahatlatacak ekstra önlemler almaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Ağrı varsa var ve benim şu an yapmakta olduğum şeyleri yapıyor olmam ne yazık ki ağrının olmamasını sağlamayacak. Ağrı olacak. Ağrı varsa var ve onunla savaşmaktansa onu dinlemem gerekiyor.
6. Haftasonlarımız eskiden çok yoğun ve eğlenceli geçerdi. Cumadan başlayıp yaptığımız uzun haftasonları, her haftasonu saçma sapan dans edip haftanın pisliğini attığımız geceler, sabahlara kadar en yakın dostlarımızda sohbet etmeler... Artık iyi bir haftasonu için referansım bunlar olamaz. Bunun bir kaç sebebi var.
İlki Kıbrıs'ta olmamız. İstanbul'da olsak da bir tık daha iyi olurdu gerçi ama Kıbrıs'ta olunca yapmaya alıştığımı şeyleri yapacak ortamımız da yok. Ne ortamımız, ne de insanlarımız var artık. Geçen haftasonunun hepimize bu kadar iyi gelmesinin sebeplerinden biri hem ortamı hem insanları bir araya getirmesiydi. Ama artık bu her haftasonu yapabileceğimiz bir şey değil.
Diğer bir sebep artık daha yaşlı olmamız. Kafamız bazı yerleri kaldırmıyor, sigara dumanından hasta oluyoruz, bazı gençleri tokatlamak istiyoruz. Her haftasonu aynı yüksek enerjili ortamlara mecalimiz yok.
Ee tabi bir de ben varım. Cumartesi geceki çılgın eğlenceden sonra kendime gelebilmem için 2 tam gün yatmam gerekti. Hala daha tam normale dönmüş sayılmam. Bir de ağrının ve bitkinliğin ne zaman nereden vuracağını bilememek plan yapmamı çok zorlaştırıyor. Ayrıca dışarıda eğlenebilinecek yerlerin çok da benim ergonomik ihtiyaçlarıma uygun yapıldığı söylenemez. Meyhaneye gidilecekse sandalyeleri nasıl, bara gidilecekse oturacak yer var mı, sigara dumanı var mı gibi sorularla insanları bezdiriyorum.
O yüzden iyi bir haftasonu nedir sorusuna başka bir cevap bulmam, eskiden beni mutlu edip doyuran aktivitelerin yerine yeni ve beni mutlu edip doyuran ama bir yandan da sakatlamayan aktiviteler bulmam lazım.
Eminim değiştirmem gereken başka referanslar da var, onları da aklıma geldikçe not alıp belki ikinci bir post yaparım.
Salı, Kasım 12, 2024
Jurnalcilik
Çok eskiden, lisedeyken bir ajandam vardı. Siyah, deri görünümlü bir kılıfın içine her sene yeni sayfalar koyduğum, haftalık bir ajanda. Çok uzun zaman kullandım onu, hatta üniversite de bile biraz kullanmış olabilirim. Ama sonra bel fıtığı, sırt çantası ağırlığı gibi konular gündeme girince yanımda taşımayı bıraktım. Kıyamadım da ajandaya, yanlış hatırlamıyorsam Kurtuluş'taki evde, kilitli odada bir yerlerde olması lazım.
Sonra uzun zaman hep kafa defteri kullandım. Öcnce bir tane kare, küçük, turkuaz kaplı defterim vardı. Sonra bir süre a6 boyutunda defterler kullandım. Sonra a6 moleskine'e geçtim. O yetmemeye başlayınca a5 kullanmaya başladım. Ama bir süre sonra tek defter yetmemeye ve defterler amaçlarından çıkmaya başladı. Daha verimli olacağım diye bullet journaling falan yapayım dedim, öyle olunca defterin bütün amacı afilli bir ajandacılık oldu. Bullet journal meselesinin sadece bullet kısmını alabildim sanırım.
Bir süre olabilecek neredeyse bütün todolist ve takvim applerini denedikten sonra, okuduğum bir yazı sonrasi daha karma bir yöntem kullanmaya karar verdim ve 2 sene önce yine ajandacılığa döndüm. İlk aldığım ajanda Gıpta'nın bordo kapaklı lastikli a5 bir günlük ajandasıydı. O ajandayı çok severek kullandım ama ne yazık ki 2024 ajandası ararken aynısını bulamadım. Sonra başka bir ajanda aldım ama sayfaları gece 3'te acil servis florasanı renginden olduğu için kullanamayıp kendime resimde gördüğünüz Victoria's Journals ajandasını aldım. Ajandanın sayfalarının rengi, dolmakalemle yazılabiliyor oluşu, lastikli ve kapak cepli olmasına bayıldım ve 1 sene çok severek kullandım. Tek sıkıntım ajandanın çok büyük olması ve seyahat ederken yanımda taşımanın beni zorlamasıydı. Bu nedenle bu sene bir boy küçük olanı denemeye karar verdim.
Geçen seneki ajandamda sevdiğim hemen her şey bu ajandada da var. Lastik, cep, kalın kapak. Sayfa rengi a5 ajandayla tam aynı değil. A5'in sayfaları daha sarımsıydı. Bir de a5'in sayfaları 80 gramdı, a6'nınkiler 70 gram. Dolmakalemle yazabilir miyim bilemiyorum ama geçen sene Sibel'in hediye ettiği minik bir kalemim var, ajanda ile aynı boyda, onunla birlikte kullanabilirim diye düşünüyorum.
Ajandam hazır olduğuna göre en sevgili hobilerimden biri olan gelecek senenin belirli tarihlerini yeni ajandaya girmek aktivitesini öğleden sonra, kahve eşliğinde yapmayı umuyorum. Umuyorum 2025 keyifle ve sağlıkla gelir.
Perşembe, Kasım 07, 2024
Rüya
Dün gece rüyamda 2 tane makalemin kabul aldığını gördüm. Biri revizyon almış, öbürünü Memory dergisi olduğu gibi kabul etmiş. Rachael ile olan makalemizmiş. Sevinçten zıp zıp zıplıyorum rüyamda. Sonra hasta ruhlu olduğum için, gidip Memory dergisi gerçekten iyi bir dergi miydi diye bakıyorum, beni niye kabul etsinler ki revizyonsuz yoksa kafasıyla. Çok hızlı cevap vermişler, acaba Ayşe orada mı editördü falan diyorum. Sonra bir yerlerden Ali Hoca çıkıyor, mezuniyet varmış, Kurtuluş caddesinde 29 Ekim alayından geçip liseden arkadaşım Erhan'ın mezuniyetine gidiyormuşuz, yanımızda Ahmet de var, o niye var bilmiyorum. Barış Sözen geliyor, sarılıyoruz ay ne kadar özlemişiz diye. Sonra uyandım. Bu aralar nedense lise arkadaşlarımı çok görüyorum rüyamda.
mırıl mırıl
Önemli bir işe oturmadan önce ortalık toplayan insanlar gibi ben de bloga yazmaya başlamadan önce yok side barı aşağı alayım, yok fotoğrafı büyük yapayım, yok efendim font rengi değiştireyim mıncık mıncık şeylerle uğraşıyorum. Halbuki otur yaz, di mi?
Yazmak, ya da genel olarak aksiyona geçmek önem verdiğim konularda ne zaman ve neden benim için bu kadar zorlaştı acaba? Eskiden hadi mum yapalım, hadi yazı yazalım, hadi duvar boyayalım hemen atlardım. Çok daha geniş bir aralıktaki aktiviteleri yapabileceğime dair bir inancım vardı. Bir kısmı hastalık biliyorum, zor bir seneydi ve hala, özellikle herhangi bir fiziksel gereği olan işlerde çok çekinerek harekete geçiyorum. Bazen mutfağı toplamak bile ürkütücü geliyor, ya sonrasında ağrım olursa diye.
Bir ay önce A.ve B.'nin nişanı için İstanbul'a gittik. Çok gitmek istiyordum, böyle bir günde A.'nın yanında olmak, B. ile mutluluklarının ve heyecanlarının bir parçası olmak benim için çok önemliydi. Gidemeyeceğim son dakika bir sakatlık çıkacak diye de çok korktum. Neyse bir aksilik olmadı, gittik, çok da güzel ve keyfili geçti. Ama inanılmaz yoruldum. Dönünce hemen pazartesi dersim vardı 4 saat. Pazartesi eve geldiğimde sürünüyordum resmen. Kendime gelmem bir hafta sürdü.
Fibrodan önce neredeyse her hafta İstanbul'a gidip, ders verip hayatıma normal bir insan gibi devam edebiliyordum. O zamanlarda da ağrılarım vardı ama bunlar daha lokal ağrıları. Valiz çektim omuz ağrısı, ağır yükle uçak merdiveni çıktım diz ağrısı, ters hareket yaptım bel ağrısı gibi. Şimdiki gibi mızıl mızıl bütün bedenime yayılan, sanki ensemden biri pipetle var olan bütün enerjimi çekmiş gibi bir ağrı/yorgunluk olmuyordu. Gece 11 de eve girip, sabah 8.30 dersine hiç bir şey olmamış gibi gidebiliyordum.
Düşününce, Fibronun gelmesini hep doktoraya bağlıyorum ama bence değil. Asıl kötüleşmem pandemi döneminde özellikle Covid'den sonra oldu sanırım. Özellikle Japonya'daki enfeksiyon üzerine annemin sağlık sorunu, sempozyum yoğunluğu, onun da üstüne taşınma manyaklığı derken patladı. Belki de öncesinde benim depresyon atakları olarak yorumladığım daha kısa süreli elim ayağım kalkmıyor dönemleri de kısa fibro ataklarıydı, bilemiyorum. Çünkü doktora sırasında fibro teşhisi konmuştu, ama o zaman hiç bu kadar şiddetli ve hayatımda domine bir güç değildi. Her yerim hep ağrıyordu ama bu daha dayanılır bir düzeydeydi. Belki de ben dayanmaya kastıkça abartıp, aşınıp dayanma yeteneğimi kaybettim, ağrı düzeyi değişmedi.
Her ne olduysa oldu. Şimdi durum bu. Kabullenmek, kendimden eskiden beklediğim şeyleri beklememek, kendime yeni referans noktaları oluşturmak gibi şeylere odaklanmam lazım, neden-ne zaman oldu sorularındansa. Ama işte kolay değil. İnsan suçluyu bir yerde bulmak istiyor. Sonuçta benim eski hayatım öldü. İyileşmeye başlamak katili bulup cezalandırmak istiyorum. Mümkün olmadığını bilsem bile.
Salı, Kasım 05, 2024
Dönüş
14 sene önce ne güzel demişim. Bir gün yine ihtiyaç duyduğumda burada olacak canım blogum, biliyorum diye.
Bugün biraz son postlarıma baktım. Arada burayı bırakıp başka konularda yazmak için açtığım çikiçikibaba'ya da baktım. O zamanlar yazıyla ne kadar iç içeymişim. Hatırlıyorum, boş duracağıma yazarım gibi bir kafam vardı. İşe başladığım zaman, ne zaman biraz ara verecek olsam bloga giderdim (gelirdim). Şimdi boş boş reels bakıyorum, redditte AITA updateleri okuyorum. Yazarken çok daha komikmişim mesela. Artık gerçek hayatta o kadar komik miyim bilmiyorum.
Yeniden yazmaya karar verdiğimde çok düşündüm, nereye nasıl yazayım diye. Önce kendime gizli bir günlük yazmaya başladım bilgisayar üzerinde, ama nedense aynı hissi vermedi bana, öyle kaldı. Sonra defterlere yazdım bir süre, ama onda da ellerim ağrıdı, bir olmadı. Sonra dedim blog yazayım yine. Yeni bir blog mı açsam? Dedim önce eski bloglara bir bakayım. Çikiçikibaba'nın varlığını unutmuşum! Dün fark ettim ve hatırladım bir dönem böyle bir merak blogu yazdığımı. Buraya baktım sonra. Önce eski postlara gittim, yazma şeklim, kişiliğim hayatım şimdikinden ne kadar farklı! Bazı yazılar TDK'ya topluca kalp krizi geçirtebilir, o derece ben değil. Dedim ki yok, ben yeni bir blog açayım. Hatta ChatGPT ye bile sordum yeni açsam, eskisinden mi devam etsem diye. Ortaya karışık bir cevap verdi bana.
Sonra buraya yazdığım son postu okudum. İşte o bir gün geldi ve sana ihtiyaç duydum canım blogum. Birileri okur okumaz çok da umrumda değil. Sana yazmak eski bir dostla dertleşmek gibi. Eskisi kadar açık ve dürüst olabilecek miyim bilmiyorum. Yaşlanmak söylenmesi zor bazı şeyleri de beraberinde getirdi. Göreceğiz.
Perşembe, Eylül 30, 2010
hobidik
bu blog benim çok kahrımı çekti. öfkemi kustum, eğlendim, ağladım, ayrıldım, küstüm, tanıştım, aşık oldum, evlendim. Okula gittim, derslere gittim, başıma tuhaf işler geldi, mezun oldum, işe girdim, işten çıktım, okullu oldum yeniden, başka işlere girdim çıktım. büyüdüm, değiştim, başka bir rot oldum. kalbimde uzun zamandır görmediğim ve çok sevdiğim bir arkadaşın yerine yakın bir yeri var blogumun. ama artık başka insanlarla başka şeyler konuşuyorum ve bu yüzden onunla görüşmelerimizin arasına uzun süreler giriyor, konuşmalarımızda uzun sessizlikler oluyor. bir gün ihtiyacım olursa eğer burada olacak biliyorum, gene ona saatlerce içimi dökebileceğim. ama şimdilik başka bir yerde, başka şeyler söylemekteyim, beklerim:
http://cikicikibaba.blogspot.com