Pazar, Ocak 22, 2006

dün gece mutfaktan gelen tıkırtılarla uyandım. önce annamadım noluo dedim, hala rüya mı görüyorum acaba? sonra baktım yok alenen tıkırtılar var mutfakta. babamın anneme bana hamile kaldığı zaman aldığı fuşya sabahlığı giydim. kemerini bağlarken aklıma gormenghast üçlemesindeki fuchsia groan karakteri geldi. hayır olsun deyip kafamı hafifçe eğerek salladım. sonra odadaki kitaplardan en ağırını savunma ve saldırı amacıyla kullanmak için aldım. başka bir şey alabilir miyim diye baktım önce bir ama farkettim ki odamda palyaço ve kitaptan başka bir şey yok. tam odadan çıkacaktım ki aklıma holün taş olduğu ve ayaklarımın çok üşüyebileceği geldi. kitabı bırakıp yerdeki patikleri el yordamıyla buldum ve giydim. bu esnada mutfaktaki tıkırtılar çatırtılara dönüşmüştü. serinkanlı ama hafif adımlarla mutfağa doğru ilerledim. holdeki bilgisayar masasının yanındaki sandalyeyi iterken ses çıkmaması için çok dikkatli davrandım. mutfaktaki ufak ışık yanıyordu. tam kapının önünde durdum ve portmantonun aynasından içeri bir göz attım. o sırada aklımdan portmantonun fransızca bir kelime oluşuyla ve ferfojeyle ilgili bir şeyler geçti. türkçede bu şekilde kullanılan başka kelimeler var mı diye düşünürken içerde olan biteni bu şekilde anlayamayacağımı farkettim ve kitabımı saldırı-savunma karışımı bir pozisyonda tutarak mutfağa daldım. mutfaktaki manzara bir tuhaftı. bizim hiffie, annemin sağlıklı yaşam sürdürmemize katkısı olması için aldığı cevizleri mutfak tezgahının üstüne oturmuş, kırıp kırıp yiyordu. "günaydın" dedi. "günaydın" dedim ben de. yüzündeki what took you so long ifadesini görünce içimden "seni gidi ingiliz uşağı, nerden kaldın ifadesi koysana yüzüne " dedim. sonra ağzımın içinden söylenerek tezgahın üstüne, yanına oturdum ve "ver şurdan iki ceviz havamızı bulalım" dedim.

Hiç yorum yok: