Pazartesi, Eylül 24, 2007

evlilik hayatu

bir ayrıdır evlisin, ne anladın dersen ey okur bi bok anlamadığımı göğsümü gere gere söyleyebilirim. ilk 2 hafta tatil gibiydi zaten, bi de pek inanmıyoduk evlendiğimize. bodrumda tatil yaptık işte rokır koka gittik şimdi evlere dağılalım gibi bir mod vardı. sonra zaten iş ve delicesine bir tez bitirme yarışı başladı - ki kendisi anca bitti. tez bitirme yarışı denen şey aşağıdaki listede yer alanlardan oluşuyor sayın okur:

- ota boka ağlamak
- ota boka bağırmak
- sosisli yumurta ve sosisli makarna ve hatta sosisli krem karamel
- koltukta uyuyan sevgililer
- anlayış manyaa sevgililer
- gece çok çok geç yatıp, sabah nefret ederek çok çok erken uyanmak
- geceki o 2-3 saatlik uykuda sürekli tezin eksikleriyle ilgili bişiler görmek rüyada
- pis pasaklı, sünmüüş eşofman altları, yalak tişörtler ve sabahlıklarla dolaşmak
- facebookda arada durmaksızın bişiler oynamak sona suçluluk hissetmek
- fonda bitmek bilmez bi maç sesi
- herşeye rağmen güzel sabah kahvaltıları
- akşamüstü biraları
- göz altı morlukları
- takriben 4 kilo

sonrası yayma, içme, yeme, uyuma, içme yeme yayma şeklinde devam etti.

tez sırasında en çok duyduğum cümle kalıbı ise ne " çok çalış" ne "dayan burcu" ne de "az kaldı kızım sık dişini"ydi.

ailemin çeşitli kadınları tez boyunca "yeni evlisin" diye başlayıp şu şekilde devam eden cümleler kurdular:
"yeni evlisin" "o eşofman altlarıyla gezme, giyin süslen"
"makyaj yap azcık"
"güzel yemekler yap arada sofra kur"
" her işi çocuğa yıkma"
"bak kendine azcık baaakk"
"geceleri o dandik pijamalarla yatmıosun umarım"(Bkz. mücver postu)
"ne bu saçlarının hali"

yani diycem o ki, aile kadınlarının derdi ne akademik kariyer, ne sosyal bilimler kriterleri. çok daha hayati bir şeye odaklanmış durumdalar, tez ayağına erkeğimin gözü dışarı kaycak diye korkuyorlar

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

dütdüt

dün gece ikinci kez addicted to love ı seyrettim. çok eğlendim başta. zaten çok severim o filmi ben. süper bence hastalıklı bir romantik komedi. neyse. film bitti. ben pınarın salonunda karşıdaki gökdelenin havalandırma sesi ve yakınlardaki bir bebeğin ağlama sesi arasında uyumaya çalışıp uyuyamazken volkanı aşırı derece özledim. sonra hiç uyuyamadım çok sıcaktı. ve gürültü de vardı elbette. aslının odasına gittim ama orada da caddenin sesleri uyutmadı beni. şimdi nedense böyle bir huzursuz, mızmız ve bızbızım. sevgilimi de çok özledim ayrıca.

üf neden böyle içim sıkılıyor ki benim?

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

tü tü tü maşallah nazar değmez inşallaah



eşyalarımız geldi, yerleştik, çok güzel oluyor evimiz, üstelik huzura ermenin ve de huzuru muhafaza etmenin yolunu da bulduk sabah sabah.

çok güsel herşey ey okur. mutluyuz. nazar değmesin bize!

Perşembe, Temmuz 12, 2007

tuhaf şey

ne çok şey oldu son 2 ayda. tezim yolunda, evimiz var artık bizim, mobilyalarımız var cumartesi günü eve gelecekler, kırmızı kanepemiz, sallanan sandalyemiz var. asistan oldum ben boğaziçine 36 gün kaldı düğüne.

deniz ve johanna evlendi ben nikah şahidi oldum. abimin askerdeki 5,5 ayı bitti.

kötü şeyler oldu ufak tefek hepsi biribirinden önemsiz ve hepsi geçti.

iki sevdiğim birbirini sevdi, risk oynama yandaşım geldi.

sabah uyandığında insan, saatin kaç olduğu, ne kadar az uyuduğu ya da ne kadar çok içmiş olduğu önemsiz hale gelebiliyor. ve bir sabah maymunu olan bendeniz bile uyuyan sevgili görüntüsüyle kendinden geçebiliyor ve hatta sonra bir ömrün böyle geçeceğini hatırlayıp sevinçle zıplayabiliyor yatakta.

evlenmek çok acayip bi şey be okur. durup durup insanı ters köşeye yatırıyor.

mutluyum özümde.

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

mücver

sevgili günlük,
evlilik hazırlığında bir gençkız olarak yapmam gereken şeylerden biri de müstakbel kocam, saygıdeğer nişanlımın damak tadına uygun yemekleri yapmayı öğrenmekmiş. annem bugün erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer dedi. alt komşumuz latife hanım gevrek gevrek gülerek "kıızzz sırf kalbinden geçmez bak ben yemek yapmayı bilmem ama 3 koca eskittim" dedi. ben bu diğer yolun ne olduğunu sorunca annem " sen anlamazsın, evlenince kocan öğretir sana" dedi. zaten hiç bir şey anlamıorum ben günlük. gece elbisesine benzeyen gecelikler alıyorlar, ben bunlarla üşürüm deyince sen anlamazsın diyorlar. dantel nevresim takımları, saten çarşaflar, tüylü çamaşırlar...hiç birini ben anlamazmışım.ne yapıcam,sahneye mi çıkıcam evlenince anlamadım ki...

neyse.bugün müstakbel kocam, hayat arkadaşım ve bana hüküm hakkını babamdan devralacak olan saygıdeğer nişanlımın en sevdiği yemeklerden biri olan mücveri yapmayı öğrendim. önce 5 kabağı rendeledim, biraz tuz ve karabiber ekledim. bir büyük dilim peyniri üfeledim sonra 3 yumurta ve 3 yemek kaşığı un ekledim. göz kararı dereotu koydum. kaşıkla karıştırıp ince bir tabaka yapıp borcamla küzineye soktum.şimdi pişiyor.

müstakbel kocam aslında yağda sever bu mereti ama, kalbe giden yolun mideden geçmesi için damarların açık olması lazım sanırım.

Perşembe, Nisan 12, 2007

hopçikiyaya

evet. sıra ben de ve ben de yazıyorum. gorg'ü takip edenler anladılar ne demek istediğimi, takip etmeyenlere de anlatasım yok.

önce mini özet: sunum hazırladım, o size söylemediğim şeyden haber çıkmadı, çok ağladım falan filan.

uzun zamandır mutlu bir insan olarak, mutsuzluğun ne kadar sıkıcı bir şey olduğunu unutmuşum sayın okur. burdan hepinize hatırlatmak istiyorum: mutsuzluk çok sıkıcı bir şey.

görgün bana paralel evren, aykırı nokta dedi. volkan da cumartesi gecesi gezegen ve uydular benzetmesini yapmıştı.

neden mutsuzum derseniz, tek bir sebebi yok. tek bir sebebe bağlamak istersek eğer yıllar önce reşit canbeyli hocamızın 271 dersinde sanırsam söylediği bir cümle durumu özetler sanırsam: belirsizlik bütün depresyonların anasıdır.

çok iki nokta üstüste kullandığım bir post oldu. sanırım bu aralar kendimi anlatabilmek için kendimi anlattığımı belirtip ardından küçük bir es verme ihtiyacı ve de eğilimi içersindeyim.

evet ne demiştik, mutsuzluk çok sıkıcı. o yüzden hocaya ulaşamıyorken corduroy dinleyip the waiting drove me mad diye bağırarak zıplamayı tercih ediyorum. ama sonra otobüste pek sevgili creative zen neeonumla başbaşa kaldığımda papercuts isimli nadide şarkıyı ardarda dinleyerek bünyemi bunaltıyorum.

belki de bünyeme bunalma fırsatı vermediğim için kötü hissediyorumdur kendimi.

belki de görgünle sen ve ben değil biz olmaya karar vermeden de biz olduğumuz için -bu bir tesadüf olamaz- onun üzüntüsünü içimde hissettiğim içindir bilmiyorum. nedenleri çok ama bir o kadar da nedensiz bir mutsuzluk hali mevzu bahis bünyemde. yanımda olmasını istediklerimin bir kısmı yanımda olmadıkları için katlanarak devam etmekte.

binlerce sorunun ve belirsizliğin içinde kendime sormadığım, çünkü cevabından çok emin olduğum bir soruyu paylaşmak istiyorum sizinle. ki bu sorunun cevabı beni her aklıma geldiğinde ziyadesiyle mutlu etmekte ve içime kova kova su serpmekte: (bak gene iki nokta üstüste)
biz volkanla evlenicez ve işte o zaman her şey çok çok çok ama çok güzel olucak!

ah bi de şu dört ay çabuk geçse.

Çarşamba, Mart 28, 2007

hmmmm

ben az önce bir şey yaptım. sonuç ne olacak hiç bilmiyorum. ama olursa çok güzel olacak. belki ufacık bir şansım olabilir gibi geliyor. olmazsa şaşırtmayacak. olursa anlatırım. olmazsa susarım.

Pazartesi, Mart 19, 2007

benim canım tezim

tatattaammmm
sonunda proposalımın first draftı okundu ve sevgili hocam pek memnun kaldı, çok iyi dedi, hatta bi de üstüne heyecanlandı ve ben de bittabi deliler gibi gaza geldim.
bu gün ülkemizin güzide üniversitelerinden birinin bence en şahane kampüsünde çalışmaktayım.
itü taşkışla kampüsünün soldan gidince ilk kantini, beleş interneti ve prizleri üstelik kahveye ve tuvalete 4 adım olmasıyla bu sıralar favori evden - akıl çelici uyaranlardan- kaçma mekanım. müzik çirkin ama olsun o kadar.
neyse efendim.
bu gün küçük düzeltmeleri ve eklemeleri yaptım. akşam bir makale özeti yazacağım. gerçi şu an onu nereye yerleştireceğimi bilmiyorum ama olsun. bir de bir kaç yerde tezcanımın anlayamadığım yorumları mevcut. sonra present study kısmının bir kısmını baştan yazıcam, birazını da çıkarıcam. orası biraz kaygı ataklarına sürüklüyor beni düşündükçe ama olsun. yani artık bu noktadan sonra öyle ya da böyle yazılacak. alt tarafı bir sayfa. sonra mail attım bi de. çarşamba görüşmeye gelebilir miyim diye. eğer gidebilirsem perşembe son halini gönderiyorum.
bundan sonrasında artık, diğer hocalara göndermek, onları beklerken sunum hazırlamak, sunum yapmak, etik kurul, data toplama, kodlama, analiz, result ve discussion kısımları kalıyor. sonra gene düzeltme, gönderme sunum ve bitiş.

sonrası daha uzun yazınca ama bana data toplamaya başlama aşamasından sonrası çok keyifli geliyor, zira kendileri benim psikoloji de en manyağı oldum şey olan araştırma yapma kısmının özü ve de beni çok heyecanlandırıyor. resultlarımı görmek için sabırsızlanıyorum. düşününce avuçlarım kaşınıyor resmen.

Cumartesi, Mart 10, 2007

ay aman öf

tamam ben de söylediğimden bir hafta geç göndermiş olabilirim ama yani alt tarafı okuyup yorum göndermesi gereken 1,5 sayfa bir şey var, tezcan neden sallamıyor beni? neden ? zaten gerilmiş yay gibiyim, bir de "nolcak bu proposalın hali?" sorusu yiyor beni yiyor yiyor yiyor.
pıfffffffffffffffffffff

doğum günü isteği

şöyleki
son dönemde birbirinden çok alakasız 2 yerde karşıma çıkmış olması - lost ve nick hornby'nin hece cümbüşü- ve hiç okumamış olmam nedeniyle charles dickens okumaya karar verdim. bu gün kendime büyük umutlar ve iki şehrin hikayesini aldım. ama hepsini istiyorum. bordo siyah klasik yayınlardan çıkan bordo siyah uzun ve dar basımlar çok hoşuma gittiler. üstelik ucuzlarda, 8 milyon. doğum günümde yana yakıla bana ne hediye alacağını düşünen varsa, diğerlerini alabilir. hepiniz ben aliim ben aliim diosanız commentlere hangi kitabı aldığınızı- alacağını yazın da pişti olmayın. çok da düşünceliyim farkındaysanız, sizler için yaşıyorum.

ama bi de...

ama bi de şöyle şeyler var:
-volkanım yiğidim şahanem tiskinç ingilizce sınavını paraladı, ağzını burnunu dağıttı ve aslanlar gibi geçti. çok gurur duyuyorum onunla ben. hem şimdi ev kadını olup koca parası yiyerek de yaşayabilirim hohoyt!
-deniz bir aksilik olmazsa -hem onun açısından hem de benim parti yapmamı engelleyecek bir durum olma ihtimali olduğu için- doğum günü partim sırasında istanbulda olucak! hem de hem de ben de kalıcak!

çok mutlu bir insan haline gelebiliyorum bu iki şeyi düşününce.

kara bulutlar

bu aralar ailemin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. önce ben elim yüzünden tarifsiz acılar içinde kıvranmaya başladım. ki şu an düşününce çok da güzel günlermiş elimin delicesine ağrıdığı bu günler.
geçen hafta çarşamba günü volkanın aydın dedesini kaybettik. cenazeye gitmek için yola çıkan sumru annem, iki teyzem, anneannem ve eniştemin içinde bulunduğu araç kocaeli yakınlarında kaza yaptı. 14 arabanın birbirine girdiği ve bir kişinin hayatını kaybettiği kazadan annanem köprücük kemiği ve 3 kaburga kırığı, sema teyzem 3 kaburga kırığı ve bir sürü yara bere, semra teyzem bir sürü yara bere ve sumru annem de kafa travması ve 5 kaburga kırığı ile çıktı.
şu an hepsinin çok ağrısı var, bedenleri morluklar ve kabuk bağlamış yaralarla dolu, sumru annemin akciğerinin altında sıvı birikmiş ama olsun, hayattalar. kazanın fotoğraflarını gördükten sonra bunun bir mucize olduğuna iyice inandım.
bunun dışında babam ağır grip oldu ateşi var, annemin astım atağı tuttu, dedemin bacağında bir sorun var bi de üstüne düştü, pınar hasta.

ben de işte 3 gündür kendim ve iki ailem arasında bölünmüş ve delirmiş durumdayım. nerede olsam diğerini merak ediyorum.
o iğrenç mr denen şeye teknisyen hatası yüzünden superman gibi sakat elim önde yüzü koyun iki kere girmek zorunda kaldım. bu da yetmez gibi ikincisinde alet bozuldu gelip bişiler taktılar çıkardılar ve ben pozisyonum bozulmasın ve baştan yapmak zorunda kalmasınlar diye bu sırada içinde o pozda bekledim. ama tabi baştan yapmak zorunda kaldılar.
benim bileğimin derdi de lifleri tendonları parçalamış olmam, orda sıvı birikmiş olması ve bilek eklemindeki kemiklerin yana kaymasıymış. ne şeker di mi?

dün hastanede bileğimi göstermek için beklerken çağrı aradı. bütün bunları ona kahkahalar eşliğinde anlattım. yani artık bu kadarı gerçek olamaz hissi mevzu bahis oluyor zaman zaman.
geçen hafta cumartesi tek derdimiz volkanın sınavıyken bir haftada geldiğimiz hale, hatta bir hafta bile değil 4 günde geldiğimiz hale bakınca aptallaşıyorum.
hayat bazen çok ürkütüyor beni, özellikle de hep başkasının başına geleceğine nedense kendimizi inandırdığımız kötü şakalarını sabit bir hızla suratıma fırlattığı zamanlarda.

Pazartesi, Mart 05, 2007

len top

ahanda hohoyt!
evet sayın okur, ters tarafımdan kalkmış, uyuzlukta sınır tanımamış ve mızıldanmakan ben bile sıkılmış olabilirim ama bu şu an itü kantininde pek sevgili jack skellington kişisinin bir miktar fitne ve fücur kullanarak benim emrime amade eylediği len topu kullanarak sana bu satırları yazdığım gerçeğini değiştirmiyor! tez bitene kadar emrimde olack bu len top sayesinde odamdan daraldığımda orda burda gönlümce çalışabileceğim, çeşitli ortamlarda çift bilgisayar sekebileceğim ve zaman zaman sana şehrin nadide bölgelerinden bloglar publish edebileceğim.

yaşasın jack, yaşasın len top!

Cuma, Mart 02, 2007

heri potur

pek sevgili ve saygıdeğer hanımefendi sayın gorg ile geçen hafta salı günü televizyon önü çilingir sofrası, peynir tabağı şarap üçgeninde başlattığımız "haydi bütün heri poturları izleyelim" eğlentisi son sürat sürüyor sayın okur. bu akşam bir kez daha farklı bir odada heri poturun büyülü dünyası ile buluşmak için toplanmış bulunuyoruz.

gece bir öncekinden farklı bitmeyecek. gene bir yandan zevkten mest olacağız, bir yandan da "neden biz de hogwarts da okumuyoruz. öyle bir düzen varsa bile dünyada artık yaşımızgeçti bizi almazlar ühühü" diye hayıflanacağız.

bütün iyi büyücüler seninle olsun okur.

Perşembe, Şubat 22, 2007

hımm

şimdi tekrar okuyup yazınca bu metni, ana fikre katılmama rağmen verilen örnekler nedeniyle şöyle bir hisse kapıldım:
sanki bu satırlar seni seviyorum demeyi sevmeyen, bir yandan da benim kalbim çok geniş 2 kişiyle birden beraberim ne var diyen ve aynı zamanda çok da zeki olan birisinin kendini aklaması için felsefeyle karıştırılmış laf sokma baladı gibi. yani bu bi his tabi sadece.

eskilerden bir metin

çok sevdiğim bir metindi, unutmuşum. seneler öncesinden, batur hatırlatınca bir anda özlediğimi farkettim. seninle de paylaşayım dedim ey okur, buyur:

III.
Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. Ayrıca, çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz. oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır. Sözcükleri kullanmakla, sessiz dünyaya kendi düzenimizi zorla kabul ettirmiş oluruz. kendimizi güvende hissederiz. sözcük kullanmamız, etrafı izleme, bilinmeyeni sorgulama, sözlü tanıma haritası olmayan şeyleri sözcüklerle kodlama eğilimimizden doğan bir gücün işaretidir. sözcükleri kullanmakla, çevremizdeki şeylere sahip oluruz. sahip olunca da kendimizi güçlü, herşeyi denetleyen bir konumda hissederiz. aymazlığımızın doruğu da budur işte. başını kuma gömen devekuşundan farksız bir durum. birer ikame olan sözcükler, kendimizi yaşama bırakmaktan alıkoyar, deneyimlerimizin önüne geçer. sözcükler bizi kör eder. tüm duygularımızı ve düşüncelerimizi birer sözcüğün içine sıkıştırma yolundaki baskın faaliyet, duyularımız aracılığıyla ulaşacağımız kavrayışı engeller, önünü keser. böylece duyular, sözcüklere bir yardımcı olarak kullanılır yalnızca. yalnızca sözcüğün anlamını zenginleştirmek için kullanırız onları. buna karşılık, sözcüklerin, duyuların toplam deneyimini zenginleştirmek için kullanıldığı pek nadirdir. konuşma diline öyle alışmışız ki, arabayı atın önüne koşuyoruz. yapay kategoriler, yaşam deneyimlerinin yerini almış durumda. tüm duyularımızın toplamından da yoğun kavramlar, her nasılsa sözcüklere teslim ediliyor. türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden biri lan aşkta örneğin, "seni seviyorum" sözcükleri, bakıştan, temastan, kokudan ve aşkı ifade eden çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır. duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı paylaşmaktansa, ona sözcüklerle sahip çıkmaya çalışıyoruz. her aşk farklı olduğuna göre (farklı kokular, farklı dokunma biçimleri, farklı psikolojik roller) her aşkta, paylaşılan sözcüklerde farklı olur diye düşünüyor insan. ama, hayır! kalıp sözcükler, yaşadıklarımızdan daha önemli. ve "seni seviyorum" tümcesindeki totaliter sahiplenme, tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor. aşkı nicelleştiriyor. bu tümceyi, aşkı aritmetiğe dökmek için kullanıyoruz: "ben, üç kere aşık oldum."

aşkın söz aracılığıyla sahiplenilmesi ve nicelleştirilmesi, aşkın çok renkli ve çok dilli yaşanmışlığına aykırıdır; onun insandan insana ve deneyimden deneyime değiştiği gerçeğine ters düşer.

sözcükler, aşkı, birbirini dışlayan kategorilere sokar zorla. "kimi seviyorsun, onu mu yoksa beni mi?" gibi bir tümceyle, bir aşk durumunun ille de doğrulanması, sınıflandırılması gerektiği için ne çok insan acı çeker, çıldırır, intihar eder ya da başkalarına acı çektirir. mutlaka birinden biri olmalıdır çünkü. biri varsa diğeri olamaz. sırf söz paradigmasının tutsağı olduğumuz için. aşkın karşılığı olarak sekiz, on, onbeş sözcük olsaydı keşke. daha az kıskanıp daha az sahiplensek, standartlaştırmanın kısırlaştırıcı baskısına yüz çevirip, benzersizliğe daha çok değer verseydik. dikey hiyerarşiyi boşlasaydık. peki, ya aşkın karşılığı olan hiç bir sözcük olmasaydı? o zaman olmayacak mıydı yani? aşk duyulmayacak mıydı o zaman? aşk sözden önce de vardı.

---gündüz vassaf, cehenneme övgü, sözcük mahpusları.

Pazar, Şubat 11, 2007

kısalı uzunlu özet

sevgili okuyucum,
senle haberleşmediğimiz şu süre içersinde bir sürü şey oldu.
volkanla evlenmeye karar verdiğimizi biliyorsun zaten. önce ailelere söyledik. sonra annelerimiz tanıştı. ben çok korktum çok gerildim, bir ara koşa koşa kadıköyden taksime kendimi votkaya boğmaya gitmek istedim, gidemedim. sonra hrant dink öldürüldü, ben çok ağladım. çok iyi bir adamdı, korktum, algılayamadım. o gece gözlerim çok şişti, beni istemeye geldiler sonra. 19 ocakta. istediler beni, ben hem çok heyecanlı hem ruh gibiydim bir aptallaştım. ama inanamadım olanlara, sanki kabus ve çok güzel bir rüya içiçe geçmiş gibiydi.
sonra ertesi gün alyanslarımızı almaya gittik. artık alyanslarımız var. ama hemen takamadık. sonra volkan bana tek taş yüzük aldı. ama beni kandırdı, ben ailesi alıyor sandım. sonra çok içtik ben kustum.
sonra ertesi gün herkes çok hastalandı annem bütün hafta yüksek ateşle yattı. volkanın eniştesi, o zaman henüz benim de eniştem olmamıştı, çok hastalandı ateşlendi. sonra herkes hasta oldu. ben de oldum. ama ben yatıp dinlenemedim çünkü bakmam gereken ebeveynlerim ve hazırlamam gereken bir nişan vardı.
sonra kimse iyileşmedi, aksine herkes daha da hastalandı, ben perşembe günü çok kötü oldum hemen yattım.
cuma günü hastaydım ama halıları kaldırdım. emine ablam gelmişti hem, yalnız da değildim artık.
cumartesi günü oldu sonra, saçlarımı yaptırdım. makyajımı yaptırdım. elbisemi giydim. arkadaşlarım geldiler. ailem geldiler. herkes geldi. çok acıktık hep beraber ama yiyemedik çünkü volkanlar gelmedi.
ben çok korktum, çok gerginleştim, niye böyle oluyo diye çok üzüldüm. sevgilim de çok korktu, çok gerginleşti, niye böyle oluyo diye çok üzüldü. ama sonunda trafik canavarının pençesinden kurtulup geldiler. volkanımı gördüm kapıda, elinde çiçekler vardı. bana vermek istemedi ağır bileğim ağrır diye ben zorla aldım. volkanımı gördüm kapıda ve eridi gitti bütün hafta yaşanan yorgunluklar.
sonra biz nişanlandık, artık yeğenlerim var, anneannem var, ablam var çok mutlu eden bir şey bu, bi anda genişleyen bir sevgi yumağı.
sonra ben yazı yazdım 2 tane, ama kamil koş yolculuk dergisi nedense bu ay elime geçmedi.
sonra çeviri yaptım.
sonra indeksi yarı yolda bıraktım.
sonra tezimin ilk kısmını yazdım ve gönderdim ki bu da en az nişanlanmış olmak kadar afallattı beni.
sonra nilim berline gitti.
sonra görg'ü özledim.
sonra abim askere gitti benim. her gece yatarken geri gelsin istedim.

haftaya bu gece

avşar geliyor, geliyor avşar. geliyo geliyo geliyo geliyo avşar avşar avşar avşar. avşar geliyo, avşar geliyo, geliyo avşar, avşar geliyo. avşar avşar avşar avşar geliyo avşar geliyo geliyo geliyo geliyo avşar. avşar geliyo avşar geliyo, avşar geliyo, avşar geliyo avşar geliyo geliyo geliyo geliyo avşar geliyo avşer geliyo avşar geliyo avşar geliyo.
AVŞAR GELİYOR!

Pazar, Ocak 21, 2007

ve işte büyük haber!

biz pek sevgili sevdiceğim volkan bey zat-ı şahaneleriyle evlenmeye karar verdik sevgili okur! önce evlilik kararı, sonra ailelerin durumdan haberdar olması, annelerin tanışması, ardından isteme seromonisi, üzerine alyans alışverişi derken haftaya cumartesi nişanlanıyoruz. yaza da evlenmeyi ve bundan sonraki hayatımızda oyun evi konseptli evimizde birlikte uyuyup birlikte uyanmayı diliyoruz. :)

Cuma, Ocak 19, 2007

sevgi saygı ve teşekkür

yarın gece hayatımın en önemli gecelerinden birini yaşayacağım. cumartesiden beri gerilmekten patlıyorum ama çok çeşitli canlarım beni rahatlatma ve pışpışlama görevlerini sonsuz bir başarıyla yerine getirdikleri için sanırım bu gece rahat uyuyabilirim. şöyle zaman sırasına doğru gidersek:
1. cumartesi günü ben delirmek üzereyken taksimden beni topladığı için nilime
2. işi gücü bırakıp beni dinlemeye geldiği ve sevinmeyi hatırlattığı için tuğçeye
3.bana hayatımı kurtaran elbiseyi bulduğu ve bütün donukluğuma rağmen kafamı toparlayan ve sakinleştiren bir gece geçirmemi sağladığı ve anattıcak bişi yokkilerimi umursamadığı için görgüne
4. son gece çılgınlığımı sezip haftabaşından rezervasyon yaptırarak beni pazartesiden beri o gece eylem olacak yanımda düşüncesiyle rahatlatan, benimle börek saran bulaşık yıkayan, benim için benim kadar heyecanlanan ve sakinliğiyle içimi rahatlatan eyleme
5. fonda sürekli varlığıyla moral desteği olan yeğenimin müstakbel annesi, tutma ablam tüline

hepsine sonsuz teşekkür ediyorum. seviyorum lan sizi!

sevdicek


ben boşuna hastası olmamışım demek ki kendisinin. şu alemde bilen bilir ewan mcgregor hayranlığım senelerdir değişmemiştir. orlando bloom zorlar gibi tahtını ama asla alamaz yerini. işte yüzyılın olayı aşağıda. volkanım evanım herkesin tahtını salladı aşağıya!

Çarşamba, Ocak 10, 2007

şüppidubidüba

efendim görüşmeyeli hayatımda 3 değişiklik oldu. artık gözlük takıyorum, ama sadece yakın çalışmalarda, bu da sanılanın aksine fesat bir anlam içermiyor, işte öyle bi şeye yakından bakıcaksam takmam gerek anlamına geliyor. diğeri ise düşmem ve marketin cam kapısına yapışmaktan son anda kurtulmam. kafam gözüm sağlam allahtan ama sol elim darbenin ilk şiddetini yediği sonrada bedenen üstüne yapıştığım için hasar gördü. tendonlarıma bişe olmuş. başparmağımdan dirseğime uzanan bir ağrı var, bu nedenle bilgisayarı tek elle kullanıyorum ve çook yavaş yazıyorum. bi de 3. bi gelişme daha var ama o çok bomba sonra söliycem siz biraz merak edin.

Çarşamba, Ocak 03, 2007

sen

seninle tanıştığımdan beri hiç pazar gecesi bunalımı yaşamadım. hiç gecenin köründe içime tonlrca ağırlık çökmedi ve ağlayarak uyumadım.
seninle tanıştığımdan beri hiç kendimden şüphe duymadım. nasıl sevebilir bir insan diğerini sonsuza dek diye hiç şaşırmadım, hep anladım.
seninle tanıştığımdan beri yanında hiç huzursuz olmadım. sana hiç gergin bakmadı gözlerim, kokunla huzura daldım.
seninle tanıştığımdan beri dünyadan hiç korkmadım. ürkütmedi beni hiç bir yol, elimi hep sana uzattım.
seninle tanıştığımdan beri hiç mantıksızca paranoyaklaşmadım. paranoyalarımı anlattım sana hep, ve sözüne hep inandım.
seninle tanıştığımdan beri hiç umutsuzluğa kapılmadım. senin sevgine güvendim hep ve her karanlıkta sana baktım.