Çarşamba, Şubat 18, 2009

karanfil

önümde duran saatler var. hepsi birbirinden güzel saatler. çalar saatler var; kol saatleri, duvar saatleri, masa saatleri var. hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden gizemli saatler. önümde duruyorlar. onlara bakmaya doyamıyorum. en çok cep saatlerini seviyorum. en çok anı toplayan onlar. çatlamış camları, kopmuş zincirleri, durmuş akrep ve yelkovanları diğer saatlerde de var, ama o kapak içi yazıları yok mu... beni bambaşka ülkelere götürüyorlar. ilan-ı aşklar, iftihar edilen çocuklar, emekli edilen çalışanlar, babalar, oğullar, başlangıç ve sonlar hepsi kendilerine bu kapaklarda yer bulmuş. binbir çeşit duygu, dünyanın her yerinde, her dilde bir kapakta sonsuza kazınmış. ben de burada devreye giriyorum. zamanın muhasebecilerini sonsuza dek saklayabilmek için zamandan koruyorum.

kendi zamanımı zamanın dışına depoladığım bu yerde saatlerimin tiktaklarından başka bir şey duyulmuyor. hepsiyle teker teker konuşup, her bir tik-tak nidasının arkasında yatan dertleri dinliyorum. her bir tik-tak bir dert saklıyor gerisinde. benim saatlerim mutsuzlar. benim saatlerim unutulmuşlar. hüzünlü akıyor benim saatlerimin şarkıları. mutlu, umutlu, huzurlu hikayeleri yok hiç birinin. hepsinin son durağı benim. onlara bakıyor, onları koruyor ve seviyorum. onlarda ürkek muhabbet kuşları gibi durmadan şakıyorlar.

her bir saatin adını ezbere biliyorum. onlar benim adımı bilmez oysa. her bir saatin adını, yaşını, yaşadıklarını kendi adımdan ve yaşadıklarımdan daha iyi biliyorum.

önümde duran saatler var; arkamda, yanımda. ekose duvar kağıdının üzerinde karanfiller gibi açmış, dizi dizi saatler. kol saatleri, duvar saatleri, cep saatleri, masa saatleri ve çalar saatler. kendi zamanımın dışında durmuş, onları zamandan koruyorum. onlarda hüzünlü şarkılarıyla beni kendi zamanımdan koruyorlar. her bir tik-tak'ta usul usul aslımı unutturuyorlar.

Hiç yorum yok: