ayrıca demin herkesi sayarkene avşarı yazmayı unuttuğum için kendimden utanıyorum.
ama görsel hafızaya yüklenerek hatırlamaya çalıştım kendimi kenarda insanları karşımda düşünüp.
avşar benim hep yanımdaydı
Pazartesi, Haziran 30, 2003
cumartesi akşamı her türlü arbede ye rağmen sonunda doğum gününü kutlamayı başardık sevdiceğimin. süper dansettik ikimiz. çok güzel oldu. hediyesini çok beğendi. sürprizi çok güzel oldu. partide bir adet gwen stefani (Nil), bir adet placebo solistmiz (mete), bir capon (sumru), bir clint eastwood (ırmak), bir zorro (doğan), bir ozzy osborne (barış), bir clark kent (ozan), bir highlander (bodur), Bir sharon 1982 (lale), bir şeker kızlar grubu (günsu, zeynep, barış sırasıyla -aklıma gelmedi, candy, tosca), bir adet ayhan ışık (evrim), ve her şeye rağmen bir adet özlem tekin (zeynep) vardı.
bendeniz bütün ihtişamıyla shirley manson olmuştum.
gerçi beni daha çok burcuya benzemeyen birine benzettiler ama olsun.
unuttuklarım varsa affola.
bendeniz bütün ihtişamıyla shirley manson olmuştum.
gerçi beni daha çok burcuya benzemeyen birine benzettiler ama olsun.
unuttuklarım varsa affola.
Cuma, Haziran 27, 2003
Perşembe, Haziran 26, 2003
Salı, Haziran 24, 2003
Pazartesi, Haziran 23, 2003
Pazar, Haziran 22, 2003
benim tatile ihtiyacım var sanırım. ama yani bedenen diil. şöyleki: geçen hafta boyunca evde yatıp durdum. yani bedenen dinledim aslında tün acılarıma rağmen denebilir. sorun şu ki bütün o yatma süreci boyunca aklım hep kalkınca yapmak zorunda olduğum ve ben yattığım için üstüste binmekte olan işlerdeydi ve eş zamanlı olarak sabahtan akşama kadar neşe karaböcek filmlerinden 4. sınıf pembe dizi ve tutulmadıkları için gündüz kuşağının boş zamanlarına serpiştirilen yerli dizilere uzanan bir kabusun ortasındaydım. bir hafta boyunca kendimi o kadar daralttım ki şu an yapmak zorunda olduğum herşeye lkarşı içimde bitmek tükenmek bilmez bir mide bulantısı taşıyorum. ah sartre. sen olsan ne yapardın söle bana?
Çarşamba, Haziran 18, 2003
Cuma, Haziran 13, 2003
saçlarımı dağınık model yabdım. bi sürü jölesi varki hiç alışkın olduum bir şey değil.
bu akşam ersan birinci yıldönümü sebebiyle bizi t-square e yemeğe götürücek. kurra yabdık herkes birbirine ufak hedie alıo. bi de ersana süfrüs yabıcas. ayrıca ben ruj sürücem ki bu iş arkadaşlarım için başlıbaşına bir şok olacak diye tahmin ediyorum.
bu akşam ersan birinci yıldönümü sebebiyle bizi t-square e yemeğe götürücek. kurra yabdık herkes birbirine ufak hedie alıo. bi de ersana süfrüs yabıcas. ayrıca ben ruj sürücem ki bu iş arkadaşlarım için başlıbaşına bir şok olacak diye tahmin ediyorum.
Çarşamba, Haziran 11, 2003
ben son dönemlerde dalgınlık ve unutkanlık arası bir bulutun içindeyim. bişeyi yaptım mı yoksa yapmayı mı düşündüm sadece hatırlamıyorum. bir aydır her çarşamba yaptığım bir işler sinsilesi ver ofiste bu gün onların neler olduğunu unuttum. yani bişi yapmam gerekiyor, konuyu biliyorum ama ne yapmalıydım tam olarak hatırlamıyorum ne yazık ki. bi 45 dakka prosedürü anımsamaya çalıştım sonra tolga seansları gönderdim fakslaman için deyince o kısmını hatırladım ama gerisi gene boştu yani. sonra işlte kadınları arayıp faksları aldılar mı diye onların söylediklerinden bi şeyler unutup unutmadığımı anlamaya çalıştım. bi sürü şeyi unutuyorum hiç hoş değil. resmen tabularasa ya dönüşüyorum bir anda.
Salı, Haziran 10, 2003
avşar aradığı zaman star wars un filim müzii çalıo. filmleri ve müziği çok sevmeme rağmen, doğal olarak müziğin içerdiği gerilim öğesine karşı ufaktan bir koşullanma yaşıyormuşum gibi hissetmeye başladım. müzikle beraber gerilim gelio. avşar aradığında gerilmiş oluyorum. bir noktadan sonra avşarın sesini duyduğumda gerilecek miyim sorarım sana ey okur? aranızda psikologlar var biliyourm
yase o nejat işler mi?
bizim liseden mezun kendisi bi dönem beraber tiyatro çalışması yapıcaktık. o okul tiyatrosunu yöneticekti denisle bende oyunu yazıcaktık. sona bize daral geldi yapmadık. bi süre fellik fellik kaçtık kendisinden.
ama okula geldiğinde herkesin dibi düşerdi.
almanca felan bilio yani.
:)
ayrıca uzunca bi süre hadi çaman tiyatrosunun önünde 2. el kitapta satmıştı hey gidi hey.
bizim liseden mezun kendisi bi dönem beraber tiyatro çalışması yapıcaktık. o okul tiyatrosunu yöneticekti denisle bende oyunu yazıcaktık. sona bize daral geldi yapmadık. bi süre fellik fellik kaçtık kendisinden.
ama okula geldiğinde herkesin dibi düşerdi.
almanca felan bilio yani.
:)
ayrıca uzunca bi süre hadi çaman tiyatrosunun önünde 2. el kitapta satmıştı hey gidi hey.
şimdi efendim; burada -teşvikiye- rekabet halinde olan iki sandviç yapar satar mevcutlar. bendeniz başlangıçta valide sultanımın resim beldesiyle ve de perapalasın ilk iki hecesiyle benzer olmasından dolayı pera ismindeki mütevazı sandviç yapar satarından alışveriş eylemekteydim. zatıalimin genelde rejim yapıyor ve beslenmesine dikkat ediyor olmasından kelli, mütemadiyen diyet sandviçler yemekte idim. bi süre sonra bahsi geçen sera ismindeki sandviç yapma satma noktasının diyet sandviçlerinin ekmeklerinin kepek oranının bendenizi kesinlikle tatmin eylemeyecek azlıkta olduğunu farkeyledim. bunu farketmeme, gözlerimin açılmasına ve şaşkınlıktan buseler vermeye alışmış kiraz dudaklarımın bir karış açılmasına sebep olan sey, normalde kahverengine yakın bir renkte olması gereken kepekli ekmeğin sütlü kahve francala tabiriyle café au lait renginde olması idi. şahsen bendeniz ecnebi dillerde bu rengi tasvir edebilecek başka isimler olduğunu bilmeme ve hatta birebir bu isimlerden haberdar olmama rağmen francalasını ekmeği hatırlatıyor olması sebebiyle ifşa eyledim. her neyse efendim, bu acıklı ve kahredici durumu farkeden bendeniz, aramızdaki güçlü bağları göz kırpmaksızın attım ve seraya son bir defa veda etmeden kendimi, koyu kahve kepekli ekmekleriyle göz dolduran quick service, yani türkçe meali, hızlı servis sandviç yapar satarının kollarına attım. bir süre gönlümüzü beraberce sefa eyledikten sonra bu quick service denen ingiliz uşağının koyu kahve renkli kepekli ekmekleri olmasına rağmen, adından kelli ondan beklemekte olduğum hızlı servisin h sini ve hatta s sini gösteremediğini farkettim. o noktada genelde hülyalı bakışlar atmakla meşgul olan badem gözlerimde kızgınlık kıvılcımları gark oldu ve ahizeyi elime kaptığım gibi bu ingiliz ve hatta amerikan belki aynı anda ikisinin birden uşağı olan müessesenin gafil sahiplerini arayıp elemimi dile getirdim. bunu yaptıktan sonra bendeniz zatıalim muhteşem insan için yapılabilecek pek de fazla bir şey kalmamıştı. bir sonraki gün sandviç yemek için pera müesseselerinin telefonlarını aradım. kısa bir bekleyişten sonra, müessesenin sapına kadar türk ve annesinden babasından başka kimsenin uşağı olmayacak haysiyet ve derinliğine sahip biricik elemanı sandviçimle kapımda peydah oldu. kendisine akçeleri saydığımdan kelli kapımı kapatıp yerime döndüm ve sandviçi sarmalayan katmanları teker teker soydum. ama o da ne? hülyalı bakan badem gözlerim ve busekar kiraz dudaklarım aynı sevinç ve şaşkınlık ifadesiyle açıldılar. pera, güzide sandviç yapma satma beldesi, sütlü kahve -café au lait- rengindeki ekmeklerden vazgeçmiş ve kahve rengi kepekli ekmeklere geçmişti. gerçi bu ekmeklere koyu kahve değillerdi diğer müessesenin ekmekleri gibi. alma olsundu, farketmezdi, sera benim canımdı, ciğerimdi.
Cuma, Haziran 06, 2003
bu gün şıklıkta bir efsaneydim. diz üstü mor-mavi japon elbisem, topuklu ayakkabılarım, sonunda yıkama izni çıkmış saçlarım ve onların altına saklanmış yaralarımla bir mulan ruj, bir toy stori ya da bu gün nerden baksan bir in the mood for love ın geniş kalçalı ve daha dandil elbiseli ve fekat daha modern bir versiyonu gibiydim.
peki bir işe yaradı mı?
sponsorluğu aldık mı?
tabiki hayır.
peki bir işe yaradı mı?
sponsorluğu aldık mı?
tabiki hayır.
Çarşamba, Haziran 04, 2003
Salı, Haziran 03, 2003
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)