Cuma, Şubat 27, 2004

uygar şirin adlı muhterem bir şahsiyetin yazmış olduğu tut elimi anne isimli roman, doğan yayınevinden çıkmış bulunmaktadır. süferdir. şahanedir. okumayan ölüsündür. satın almayana aldırmayan kınansındır. korsana karşı çıkılsındır.
teşekkürler.
I've always wanted for you what you've wanted for yourself
and yet I wanted to save us high water or hell
and I kept on ignoring the ambivalence you felt
and in the meantime I lost myself
in the meantime I lost myself
I'm sorry I lost myself….
blogger bi uyus bu aralar yasdıklarımın yarısı çıkıo yarısı çıkmıoo

Çarşamba, Şubat 25, 2004

dayanma noktamın tek bir kelimeyle kırılıp darmadağın olabildiği günler var. taksi durağının öküzlüğüyle, fareli kutuyu kaybetmemle, ya da okuduğum bir kaç cümleyle yerle yeksan olabildiğim günler. eskiden inandığım ve güvendiğim şeylerin artık bu iki kelimenin yakınından bile geçmior olması ne kadar acıç.

Pazar, Şubat 22, 2004

bi milyon tane şey yazmıştım hebsi gitti :/
özet olarak
uludağa gitti sıkıcydı. arzu dayan süferdi. çok düşündüm kararlar aldım. taylanı gördüm geldim. bi de yemekler güseldi.

Çarşamba, Şubat 04, 2004

sonunda aynı şehirdeyiz... daha önce de gitmiştin ama sesin hep benimleydi. sesini öyle çok özlemişim ki. fecii. :)
başka birini düşünerek başlamıştım aslında yazmaya. şimdi ne kadarı benim ne kadarı onun pek emin değilim.
Unutulmuş bir gece de unutulamayan anılar, uykusuzluğumun ağırlığıyla birleşip başımı döndürüyor.

Bir insanı diğerlerinen farklı kılan, o kişinin dünyayı algılayış biçimi olduğu kadar, algıladığı yaşantıları beyninin kıvrımlarına nasıl yazdığı ve günün birinde kumların arasında parlayan ufak bir taşla yeniden karşılaştığında o aynı yaşantıları hangi biçimlerde geri çağırmayı seçtiği değil mi? Öyleyse neden bu bizi biz yapan anılara düşmalığımız? Unutmak, bir daha anımsamamak, yaşanmamış var saymak için bu bitmek bilmez çabalamamız neden? Neden varoluşumuzun hamurunu bir arada tutan anılarımızla kanlı bıçaklıyız?

Gitmek istemediğim köşeleri var bu şehrin, içinde nefes alan insanlar bir zamanlar canımı yaktıkları için bir daha asla duvarlarına bakmak istemediğim odalar var. Duymak istemediğim uyku nefesleri var. Gözümde canlandırmaktan kaçındığım bakışlar, tenimde izi kalmış dokunuşlar var. Geride kalsın diye elimden geleni yaptığım dostlar var, ki o dostlar bir zamanlar gerçekliyorlardı beni.

Acılarımız öğretmiyor mu oysa bize yaşamı? Onlarla büyüp, onlarla görmüyor muyuz içimizdeki dehlizleri? Acı çektiğimiz kadar insan değil miyiz? Duyarlılığımız bizi bilgeliğe götüren yolun ilk basamağı değil mi? Acılarımız... Anılarımıza sıkı sıkıya bağladığımız acılarımız...

Unutmak istediğim pek çok yaşantım var içimde gizli gizli kanayan. Pek çok an, derin yaralar açan. Beklenmedik bir anda havadaki bir kokuyla, telefonun bir çalışıyla uyanan, sonra günler ve geceler boyu peşimi bırakmayan anılar. Unutmak istediğim yüzler, geceler, yürüyüşler, bekleyişler, uyanışlar var. Unutmak istediğim gülümsemeler, iç çekişler, kucaklaşmalar, vedalar ve kavuşmalar var. Unutmak istediğim bir başka ben var içimde.

Unutulamayan bir gece. Unutulmuş anılar. Hatırlamak istediğim her şey dağılıp parçalanıyor beynimde. Hatırlamak istediğim her şey unufak oluyor ve hepsi unutmak istediklerime bırakıyorlar yerlerini. O yüzden her şeyi silmek istiyorum bu gece. Her şeyi unutmak istiyorum. Adımı, nereden gelip nereye gittiğimi, en sevdiğim şarkının sözlerini, kahveyi nasıl sevdiğimi. Unutmak istiyorum. Her şey uçsun gitsin geride sadece boş teneke bir kutu kalsın istiyorum. Her gördüğüm insana ilk defa görüyormuş gibi bakmak, duyduğum hiç bir sesi ve şarkıyı anımsamamak istiyorum. Yüzüme bir yabancıya aitmiş gibi bakmak, derinliklerimi ve sığlıklarımı bilmemek istiyorum. Zaaflarım ve güçlü yanlarım kalın bir sis perdesinin arkasında kaybolsun ve geçmişi ya da geleceği olmayan, sabit, belirsiz, şekilsiz bir insan olayım istiyorum. Acılar ve mutluluklar birbirine girsin ve artık bana ait olmayan bir hayatta, bir yabancı gibi suskun ve sade varolayım istiyorum.