Pazar, Ocak 22, 2006

ayrıca güzel yurdumun biricik insanları
heri potur yazmayı tercih ediorlar harry potter yerine
ve gelip beni buluyorlar bir şekilde.
aaa üstüme iyilik sağlık anıl erkek aratıp gene beni bulmuşlar.
ayrıca yine fransada birisi kendini çok yalnız hissederken bulmuş beni. dilerim hafiflemiştir yalnızlığı.
sevgili firmakcım, taaaa fransalardan marsiyalardan ırmak sirer aratıp bendenizi bulmuşlar. selam ederim.
herkesin çocukken benzemek istediği biri var değil mi? bir süper kahraman, şarkıcı falan işte. bendeniz, etrafımdaki herkes kendisine she-raları efendime söyliyim hülya avşarları örnek alırkene, polyanna olmak isterim diye tutturmuştum. bu isteğin altında yatan neden, geniz eti ameliyatından sonra ?ameliyattan kaçmaya çalışmam, ameliyathaneyi birbirine katmam ve son olarak da ameliyat masasına işemem tamamen ayrı bir hikaye- bana alınan iyilik meleği ve polyanna kitaplarının ikisinin de aynı temayı işlemesi ve benim cılız ve mızmız bir çocuk olmam sebebiyle 2 haftayı bu iki kitabı sürekli okuyarak yatakta geçirmem diye düşünüyorum. neyse efendim, bu iki kitapta yer alan kız çocuklarının şöyle bir ortak özelliği vardı: bunlar herkesin işine burnunu sokan, böle kuşlar kelebekler böcekler tadında gezen, kızmayan sadece kırılan, böyle kalbi kırılan ama başı eğilmeyen kızcağızlardı. sürekli bir yaşlı amcaların teyzelerin gözdesi olurlar, yaramazlık yapanları uslu çocuklara dönüştürüp aile bağlarını güçlendirirlerdi. ben bu iki hanım kızımız içinden kendime nedense idol olarak polyanna?yı seçmiş idim. bu polyanna hanım kızımız, tombul yanaklı çilli suratlı, böyle sürekli tulumlar falan giyen biriydi. ?be hey gafil, bak orda şeker kız candy var, ne bilim çiçek kız var seç onlardan birini, güzel güzel kıyafetler, ince zarif beller di mi? hadi ondan geçtim, iyilik meleğindeki kız da güzelcene bişeydi, işe burun sokmak, iyilik börtü böcekliği yapmak istiyorsan onda da var hepsi, hem mutlu sonla bitiyor hikayesi di mi ama yooook, illa da en şaşkolozu olucan!- neyse, bu polyanna hanım kızımızın iyilik kisvesi altın da herkesin işine gücüne burnunu sokup, sonunda sakat kalıyordu. bendeniz, sadece hayal kurmayan aynı zamanda da bu hayalleri gerçekleştirmek için kasan biri olduğum için, polyanna?yı sadece prensipte benimsemedim. pratiğe de döktüm. bir dönem bizim sokaktaki yaşlı teyzelerin hepsi, hayatlarında görmedikleri bir kız çocuğu tarafından selamlandılar, torbaları taşınmak istendi, her birine ayrı ayrı bakkaldan bir şey ister misin teyzecim, torunlar nasıl diye soruldu. hele bir yaşlı kadın vardı, geri dönüp dönüp bana bakmasını hiç unutamıyorum. bir de tabi poşet taşıycam diye ısrar ettiğim, sonra boyum kısa olduğu için poşetlerin altı yere süründüğünden poşetlerini patlatıp yumurtalarını kırdığım bir teyze varki? neyse bu bahsi burada kapatalım.yıllar geçti sayın okur ve ben düzeldim. cılız bir kız çocuğuyken, tombul yanaklı bir insana dönüştüm. güneşte çillerim çıktı mesela. büyüdükçe, cicili bicili elbiselerden sıkılıp kadife ve kot tulumlar giymeye başladım. insanlara iyilik yapıcam işlerine burnumu sokucam diye uğraşmaktan vazgeçtim. üniversiteye girdim psikolog oldum. ya işte insan neydim değil ne olucam demeli.
dün gece mutfaktan gelen tıkırtılarla uyandım. önce annamadım noluo dedim, hala rüya mı görüyorum acaba? sonra baktım yok alenen tıkırtılar var mutfakta. babamın anneme bana hamile kaldığı zaman aldığı fuşya sabahlığı giydim. kemerini bağlarken aklıma gormenghast üçlemesindeki fuchsia groan karakteri geldi. hayır olsun deyip kafamı hafifçe eğerek salladım. sonra odadaki kitaplardan en ağırını savunma ve saldırı amacıyla kullanmak için aldım. başka bir şey alabilir miyim diye baktım önce bir ama farkettim ki odamda palyaço ve kitaptan başka bir şey yok. tam odadan çıkacaktım ki aklıma holün taş olduğu ve ayaklarımın çok üşüyebileceği geldi. kitabı bırakıp yerdeki patikleri el yordamıyla buldum ve giydim. bu esnada mutfaktaki tıkırtılar çatırtılara dönüşmüştü. serinkanlı ama hafif adımlarla mutfağa doğru ilerledim. holdeki bilgisayar masasının yanındaki sandalyeyi iterken ses çıkmaması için çok dikkatli davrandım. mutfaktaki ufak ışık yanıyordu. tam kapının önünde durdum ve portmantonun aynasından içeri bir göz attım. o sırada aklımdan portmantonun fransızca bir kelime oluşuyla ve ferfojeyle ilgili bir şeyler geçti. türkçede bu şekilde kullanılan başka kelimeler var mı diye düşünürken içerde olan biteni bu şekilde anlayamayacağımı farkettim ve kitabımı saldırı-savunma karışımı bir pozisyonda tutarak mutfağa daldım. mutfaktaki manzara bir tuhaftı. bizim hiffie, annemin sağlıklı yaşam sürdürmemize katkısı olması için aldığı cevizleri mutfak tezgahının üstüne oturmuş, kırıp kırıp yiyordu. "günaydın" dedi. "günaydın" dedim ben de. yüzündeki what took you so long ifadesini görünce içimden "seni gidi ingiliz uşağı, nerden kaldın ifadesi koysana yüzüne " dedim. sonra ağzımın içinden söylenerek tezgahın üstüne, yanına oturdum ve "ver şurdan iki ceviz havamızı bulalım" dedim.