Pazartesi, Aralık 25, 2006
akrobat okuyucu
hop, hop, hop. işte böyle kolayca atladı B harfinin bittiği göbeğinden. a'nın içinden geçti ve ş'nin kavisinde zarif bir hareketler iki ayağının üzerine düştü. bacaklarının üzerinde hafifçe yaylandı ve ş'yi göbeğinden tuttu, kendini yukarı çekti. kaymamaya çalışarak dengesini buldu. önünde kolay bir engel vardı. ufak bir adımla ı'nın tepesinde tek ayak üstünde durdu. "küçük harfleri sevmiyorum" die geçirdi içinden. sonra hop, kendini k'nin tepesinde sallanırken buldu. bir-iki öbür tarafına geçti k'nin. kısa çizgisinin üzerinde biraz dinlendi. ileri bakınca sevindi. "en sevdiğim harf, hem de büyük, leziz." aradaki boşluğu da hesaplayarak zarif bir atlayış daha gerçekleştirdi. V harfinin sol kolunda biraz sallandı, sonra kendini yukarı çekti. üzerinde biraz oturdu. bacaklarını uzattı ve kendini kaydıraktan aşağı bırakır gibi bırakarak kayarak V'nin vadisine ulaştı. "olmak istediğim yerdeyim" diye düşündü. mutlu ve huzurlu uykuya daldı.
dipnot*
şöyle sinir bir huyum var: kitap okurken bir kelime geldi ve yanında * işareti var diyelim. kelimenin ne anlama geldiğini biliyorum. okumaya devam edip hiç bölünmeden bir sonraki sayfaya geçebilirim di mi? hayır geçemem. ne olduğunu bilsem de mutlaka bakmam gerekiyor altta ne yazdığına. misal:
"merhaba, ben hope*"
şimdi ben burada biliyorum ki, hope ingilizce umut demek ve çevirmen aşağıda bana bunu söyleyecek. ama geçemiyorum işte aşağıya bakmadan. mutlaka ve mutlaka bakmak zorundayım. ya orda yazar hakkında bir bilgi verildiyse, hı? ya hope yazarın kendisini 46 kere boynuzlayan üstüne de mal varlığının yarısını alarak boşanan eski karısıysa ve bu nedenle kitapta çirkin ve gudubet sürekli osuran ve ayakları kokan bir kız çocuğuna bu ad uygun görüldüyse? ne yapıyorum, gözlerimi satırdan ayırıyorum, bakıyorum, evet hope ingilizce umut demek yazıyor ve geri dönüyorum kaldığım satırı bulup. olan okuma bütünlüğüme oluyor.
bazı kitaplarda - misal dante ilahi komedya- bu dipnot işi ister istemez çığrından çıkıyor. dante kimleri cehenneme koymuş ve neden, o dönem italyanın durumu nasılmış, beatrice'ın gıdığı kaç katmış gibi milyonlarca bilgi bu kitabı anlamanızı kolaylaştırmak için size sunuluyor. evet konsepti anlamam kolaylaşıyor benim gerçekten ama kitaptan hiç bir şey anlamıyorum yukarı aşağı satırlar arası yol almaktan. bi noktadan sonra da midem bulanıyor. okumaya ara veriyorum.
aslında en sinir olduğum şey, haddinden fazla belirsiz * işaretleri. sayfayı okuyorum bitiriyorum ve tam yan sayfaya geçicem, o da ne? aşağıda bir dip not var. e ben oraya yönlendiren kelimeyi bilmiyorum, * işaretini görmedim. neden çünkü küçük. öbür sayfaya geçemiyorum. neden çünkü görmem lazım ingilizce umut hangi kelime acaba. hope evet. ama ya yazar benim hiç bilmediğim bi kelime kullandıysa? ya ben ora çevirmenin ya da yazarın şahane bir dil oyununu kaçırıyorsam? hı? nolcak o zaman? bi şey olacağı yok aslında ama. işte.
* dip acaba ingilice derin anlamına gelen deep den mi geliyor.
"merhaba, ben hope*"
şimdi ben burada biliyorum ki, hope ingilizce umut demek ve çevirmen aşağıda bana bunu söyleyecek. ama geçemiyorum işte aşağıya bakmadan. mutlaka ve mutlaka bakmak zorundayım. ya orda yazar hakkında bir bilgi verildiyse, hı? ya hope yazarın kendisini 46 kere boynuzlayan üstüne de mal varlığının yarısını alarak boşanan eski karısıysa ve bu nedenle kitapta çirkin ve gudubet sürekli osuran ve ayakları kokan bir kız çocuğuna bu ad uygun görüldüyse? ne yapıyorum, gözlerimi satırdan ayırıyorum, bakıyorum, evet hope ingilizce umut demek yazıyor ve geri dönüyorum kaldığım satırı bulup. olan okuma bütünlüğüme oluyor.
bazı kitaplarda - misal dante ilahi komedya- bu dipnot işi ister istemez çığrından çıkıyor. dante kimleri cehenneme koymuş ve neden, o dönem italyanın durumu nasılmış, beatrice'ın gıdığı kaç katmış gibi milyonlarca bilgi bu kitabı anlamanızı kolaylaştırmak için size sunuluyor. evet konsepti anlamam kolaylaşıyor benim gerçekten ama kitaptan hiç bir şey anlamıyorum yukarı aşağı satırlar arası yol almaktan. bi noktadan sonra da midem bulanıyor. okumaya ara veriyorum.
aslında en sinir olduğum şey, haddinden fazla belirsiz * işaretleri. sayfayı okuyorum bitiriyorum ve tam yan sayfaya geçicem, o da ne? aşağıda bir dip not var. e ben oraya yönlendiren kelimeyi bilmiyorum, * işaretini görmedim. neden çünkü küçük. öbür sayfaya geçemiyorum. neden çünkü görmem lazım ingilizce umut hangi kelime acaba. hope evet. ama ya yazar benim hiç bilmediğim bi kelime kullandıysa? ya ben ora çevirmenin ya da yazarın şahane bir dil oyununu kaçırıyorsam? hı? nolcak o zaman? bi şey olacağı yok aslında ama. işte.
* dip acaba ingilice derin anlamına gelen deep den mi geliyor.
Cumartesi, Aralık 23, 2006
şaşırmaca
nedense john cusack ve john malkovich -aaaa ikisi de john ayol - bana hep şahane ve bizi derinden etkiliycek filmlerde oynarlar gibi geliodu ne biliim high fidelity, being john malkovich, dangerous liasouns falan. hani dandirik action filmlerinde oynamazlar gibi geliodu. ama muhteşem bi geceden sonra eve geldim ve o da ne ? beynimin gerilerine attığım -ki bi zamanlar nedense sinemada izlemiştim - bi filmde bu iki zat-ı şahane nick cage le birlikte oynamaktalar - nick cage deyince liseden bir anıya itafen birdcage demek istedim, alakasız ama sarhoşluğuma verin- ve filmin adı ne? con air. bi takım suçlular uçak kaçırıolar. bok var sanki. neyse.
Perşembe, Aralık 21, 2006
hop hop altın top
evet sevgili okurlarım uzun bir aradan sonra sizlerle yeniden başbaşayım. bu arada neler mi oldu? ahanda buyrun:
-alıp başını giden kilolarım hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği boyutlara ulaştı. cumartesi gecesi bir adet koltuk kırıp üstüne de salı sabahı bir adet gömlek yırtınca soluğu diyetisyende aldım. önümüzdeki 7 gün boyunca - 2si bitti 7 si kaldı- çok vejetaryen yaşayacağım bildiğiniz gibi değil. bu konuda desteklerinizi ve güven duygularınızı göndermenizi rica ediyorum.
-gökçe hanım ve anıl beylerin doğum günleri kutlandı. anıl beye kendisine pek yaraşır leziz bir adidas çanta - hani şu deri gibi kahverengi üstünde üç tane turuncu çizgisi olan muhteşem şey- ve gökçe hanıma da allah tarafından yok artık o kada da şahane yaratmayayım bu kulu diğerlerine haksızlık oluyor diye verilmemiş olan mavi saçların sahtesini aldık. pati fena geçmedi ancak ortam elemanlarını dövme isteği halen her bir konuğun içinde alev alev yanmakta.
-nick hornby manyaklığım başladı. geçenlerde nilin tavsiyesi üzerine aldığım hece cümbüşüne hasta olunca gidip iki kitabını daha aldım "ölümüne sadakat" yani bildiimiz high fidelity ve "iyi de nasıl". biri bitti biri kaldı. bitince diğerlerini de alıcam.
-bir sürü çeviri yaptım. hatta sonuncuyu bugün yapıp bitirip göndericem. bize kazık atmaya çalışan bi şirketi salladık görgünle. kitapçı kasasında iş teklifi aldım ama gerisi gelmedi, bir iş görüşmesine gittim ama adamla kavga ettiğim için olmadı, ki bunu az sonra anlatıcam, yolculuk içib efes pilsen blues fest yazısını yazdım ve bu kadar. tabii ki tez için bir şey yapmadım.
-tuğçeyle falcı falcı gezdik. şöyle oldu: aa bu çok kısa baktı ben doymadım, hadi öbür tarafa gidip beleş fal hakkımızı kullanalım. ve sonuç falcıda geçen 2,5 saat ve büyük bir tatminsizlik, zira ilk kısa bakan güzel şeyler söyledi ancak dediğim gibi kısaydı, ikincisi ise benim hayatımda benim sallamayan iki erkek olduğunu ama benim kendi kendime gelin güvey olarak ikisinin de peşinden koşan bir zavallı olduğumu ancak bu acımasız yalnızlığın yakında son bulacağını buyurdu- hah güliyim bari!
-görgünle çeviri yapmanın dışında şeyler de yaptık: alışveriş yapmaya çıkıp bi bok bulamadık, bol bol dedikodu yaptık, ben bir zamanlar görgün kadar zayıf olduğumu - tabi onun en zayıf hali kadar diil ama bu da bi başarı benim için- farkedip ağlamaklı oldum, ancak bu konudaki gelişmeleri 1. maddede verdim zaten. sonra body shop un muhteşem elmalı body lotion - ışıltılı, dudak kremi ve çilekli body butterından aldım. tanrılar çıldırmış olmalı, muhteşem kokuyorlar.
-volkanı hep ve çok sevmeye devam ettim. özlemim katlanarak devam etti kendisine karşı. volkan bey de muhteşem varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. hastasıyım kendisinin.
-alıp başını giden kilolarım hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği boyutlara ulaştı. cumartesi gecesi bir adet koltuk kırıp üstüne de salı sabahı bir adet gömlek yırtınca soluğu diyetisyende aldım. önümüzdeki 7 gün boyunca - 2si bitti 7 si kaldı- çok vejetaryen yaşayacağım bildiğiniz gibi değil. bu konuda desteklerinizi ve güven duygularınızı göndermenizi rica ediyorum.
-gökçe hanım ve anıl beylerin doğum günleri kutlandı. anıl beye kendisine pek yaraşır leziz bir adidas çanta - hani şu deri gibi kahverengi üstünde üç tane turuncu çizgisi olan muhteşem şey- ve gökçe hanıma da allah tarafından yok artık o kada da şahane yaratmayayım bu kulu diğerlerine haksızlık oluyor diye verilmemiş olan mavi saçların sahtesini aldık. pati fena geçmedi ancak ortam elemanlarını dövme isteği halen her bir konuğun içinde alev alev yanmakta.
-nick hornby manyaklığım başladı. geçenlerde nilin tavsiyesi üzerine aldığım hece cümbüşüne hasta olunca gidip iki kitabını daha aldım "ölümüne sadakat" yani bildiimiz high fidelity ve "iyi de nasıl". biri bitti biri kaldı. bitince diğerlerini de alıcam.
-bir sürü çeviri yaptım. hatta sonuncuyu bugün yapıp bitirip göndericem. bize kazık atmaya çalışan bi şirketi salladık görgünle. kitapçı kasasında iş teklifi aldım ama gerisi gelmedi, bir iş görüşmesine gittim ama adamla kavga ettiğim için olmadı, ki bunu az sonra anlatıcam, yolculuk içib efes pilsen blues fest yazısını yazdım ve bu kadar. tabii ki tez için bir şey yapmadım.
-tuğçeyle falcı falcı gezdik. şöyle oldu: aa bu çok kısa baktı ben doymadım, hadi öbür tarafa gidip beleş fal hakkımızı kullanalım. ve sonuç falcıda geçen 2,5 saat ve büyük bir tatminsizlik, zira ilk kısa bakan güzel şeyler söyledi ancak dediğim gibi kısaydı, ikincisi ise benim hayatımda benim sallamayan iki erkek olduğunu ama benim kendi kendime gelin güvey olarak ikisinin de peşinden koşan bir zavallı olduğumu ancak bu acımasız yalnızlığın yakında son bulacağını buyurdu- hah güliyim bari!
-görgünle çeviri yapmanın dışında şeyler de yaptık: alışveriş yapmaya çıkıp bi bok bulamadık, bol bol dedikodu yaptık, ben bir zamanlar görgün kadar zayıf olduğumu - tabi onun en zayıf hali kadar diil ama bu da bi başarı benim için- farkedip ağlamaklı oldum, ancak bu konudaki gelişmeleri 1. maddede verdim zaten. sonra body shop un muhteşem elmalı body lotion - ışıltılı, dudak kremi ve çilekli body butterından aldım. tanrılar çıldırmış olmalı, muhteşem kokuyorlar.
-volkanı hep ve çok sevmeye devam ettim. özlemim katlanarak devam etti kendisine karşı. volkan bey de muhteşem varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. hastasıyım kendisinin.
Çarşamba, Aralık 13, 2006
kitap
şu dünyada tutkunu olduğum obje sayısı çok değil. tür olarak aslında çok değil. yani palyaçolara bayılıyorum, elifimin aldığı mavi yüzüğüm var, takmayınca eksik hissediyorum kendimi bir aydır kayıptı bulduğumda gecenin 3,5'unda mesaj attım denizle elife, kurbağam volkan var, bir de kitaplarım.
kitaplar benim için çok fazla şey ifade ediyor. çocukluğumda okuduğum kitaplar, gizli gizli ders çalışmak yerine okunan kitaplar, babam okumama izin vermediğinde kaçırılıp okunan kitaplar - kimi zaman konu, kimi zaman da çikolatalı parmaklarımla kitabı batıracağım korkusu babamın bir takım sevdiği kitapları benden uzak tutmaya çalışmasına neden oluyordu. o zamanlar yalnızca kitabın içindekiler önemliydi benim için, dışına neden değer verildiğini pek anlamıyordum, ne kadar aptalmışım, zavallı babam, zavallı haşat olan kitapları-
sonrasında alıp başını gitti olay. tam bir kitap sömürgeniyim, çok hızlı okuyorum. bu hem bir kutsama hem bir lanet. çok hızlı okuyorum, bu nedenle daha çok okuyorum, çok hızlı okuyorum bu nedenle leziz bir kitap cart diye bitiyor çikolatayı ağızda eritmeden yutmak gibi bir şey. çok üzücü. bir de şöyle bir yanı var: hızlı okuyorum-kitapsız duramıyorum-seyahete çıkınca da kitapsız duramıyorum-hızlı okuyacağım bitecek diye yanımda çok fazla kitap taşımak zorunda kalıyorum. örneğin geçtiğimiz haftalarda tülinle il sağlık müdürlüğüne gittik. yanımda sislerin vampiri isimli ankira yayınevinden çıkmış bir kitap vardı - bu arada ankira yayın evini sonsuz kınıyorum, bu kadar kötü bir baskı olamaz arada 10 sayfa eksik yerler falan var ayıpayıp- kitabın ortalarındaydım. tülinle beklemeye başladık ama oturacak yer yoktu, tülin hamileydi, bu nedenle onu içerlere bi yere aldılar. ben de sonunda oturacak bir yer buldum ve e hadi kitap okuyayım dedim. ne tekim 1,5 saatin sonunda kitap bitti, ancak bekleyiş bitmedi. ben sonraki 1,5-2 saat boyunca kitapsız beklemek zorunda kaldım, hiç hoş değildi.
ilerde bir gün evim olduğunda salonunda kocaman bir kitaplık olsun ve binlerce kitap olsun istiyorum. odamı bilen bilir, hali hazırda oldukça kitabım var ancak bölük pörçük duruyorlar ben tavandan zemine duvardan duvara kitaplıklar istiyorum, canım kitapların dursun orda ben sonra rahat koltuğumda kahvemle okuyayım onları.
eğer kitap okuyarak para kazanabileceğim bir mesleğim olsaydı şu dünyada benden daha mutlu bir insan olmazdı sanırım. çünkü bu evrende kendimi küçücük ve zavallı bir nokta gibi hissetmemi sağlayan şey yıldızları seyretmek falan değil, yazılmış bütün kitapları, hadi bütün olmasın çok iyi yazılmış bütün kitapları -ki kötü olanları da okumak istiyorum - okumak istiyorum ancak hiç uyumadan yalnızca kitap okuyarak yaşasam bile böyle bir şeye ömrüm yetmeyecek, ve ben sonsuz zevk alacağım tonlarca kitabı okuyamadan, hatta varlıklarından bile haberdar olamadan ölüp gideceğim.
kitaplar benim için çok fazla şey ifade ediyor. çocukluğumda okuduğum kitaplar, gizli gizli ders çalışmak yerine okunan kitaplar, babam okumama izin vermediğinde kaçırılıp okunan kitaplar - kimi zaman konu, kimi zaman da çikolatalı parmaklarımla kitabı batıracağım korkusu babamın bir takım sevdiği kitapları benden uzak tutmaya çalışmasına neden oluyordu. o zamanlar yalnızca kitabın içindekiler önemliydi benim için, dışına neden değer verildiğini pek anlamıyordum, ne kadar aptalmışım, zavallı babam, zavallı haşat olan kitapları-
sonrasında alıp başını gitti olay. tam bir kitap sömürgeniyim, çok hızlı okuyorum. bu hem bir kutsama hem bir lanet. çok hızlı okuyorum, bu nedenle daha çok okuyorum, çok hızlı okuyorum bu nedenle leziz bir kitap cart diye bitiyor çikolatayı ağızda eritmeden yutmak gibi bir şey. çok üzücü. bir de şöyle bir yanı var: hızlı okuyorum-kitapsız duramıyorum-seyahete çıkınca da kitapsız duramıyorum-hızlı okuyacağım bitecek diye yanımda çok fazla kitap taşımak zorunda kalıyorum. örneğin geçtiğimiz haftalarda tülinle il sağlık müdürlüğüne gittik. yanımda sislerin vampiri isimli ankira yayınevinden çıkmış bir kitap vardı - bu arada ankira yayın evini sonsuz kınıyorum, bu kadar kötü bir baskı olamaz arada 10 sayfa eksik yerler falan var ayıpayıp- kitabın ortalarındaydım. tülinle beklemeye başladık ama oturacak yer yoktu, tülin hamileydi, bu nedenle onu içerlere bi yere aldılar. ben de sonunda oturacak bir yer buldum ve e hadi kitap okuyayım dedim. ne tekim 1,5 saatin sonunda kitap bitti, ancak bekleyiş bitmedi. ben sonraki 1,5-2 saat boyunca kitapsız beklemek zorunda kaldım, hiç hoş değildi.
ilerde bir gün evim olduğunda salonunda kocaman bir kitaplık olsun ve binlerce kitap olsun istiyorum. odamı bilen bilir, hali hazırda oldukça kitabım var ancak bölük pörçük duruyorlar ben tavandan zemine duvardan duvara kitaplıklar istiyorum, canım kitapların dursun orda ben sonra rahat koltuğumda kahvemle okuyayım onları.
eğer kitap okuyarak para kazanabileceğim bir mesleğim olsaydı şu dünyada benden daha mutlu bir insan olmazdı sanırım. çünkü bu evrende kendimi küçücük ve zavallı bir nokta gibi hissetmemi sağlayan şey yıldızları seyretmek falan değil, yazılmış bütün kitapları, hadi bütün olmasın çok iyi yazılmış bütün kitapları -ki kötü olanları da okumak istiyorum - okumak istiyorum ancak hiç uyumadan yalnızca kitap okuyarak yaşasam bile böyle bir şeye ömrüm yetmeyecek, ve ben sonsuz zevk alacağım tonlarca kitabı okuyamadan, hatta varlıklarından bile haberdar olamadan ölüp gideceğim.
mürekkep dünya'dan bir alıntı
"Bir kitabı bir kaç kez okuyunca kalınlaşması ne tuhaf değil mi? Sanki kitabı okuduğumuz her seferde sayfaların arasında bir şeyler yapışıp kalıyor. Duygular, düşünceler, sesler kokular... Yıllar sonra o kitabı tekrar karıştırdığında kendini buluyorsun içinde, biraz daha genç halinle, biraz daha farklı olarak. Sanki kitap seni arasında saklamış gibi, tıpkı kitabın arasında kurutulmuş bir çiçek gibi, hem yabancı, hem tanıdık."
cornelia funke, mürekkep dünya sayfa 61
cornelia funke, mürekkep dünya sayfa 61
Pazar, Aralık 10, 2006
yakamoz
seneler öncesinin müziği bir hafta önceki bir geceyi hatırlatabilir ve özletebilir mi insana? o müziğin hiç dinlenmediği, o şarkının bahsinin bile geçmediği bir geceyi bir şarkı bazen ne kadar derinde hissettiriyor insana...
ankarada unuttuğum istanbul müziğiyle anakaranın uzak bir beldesinde yaşanan bir gece sızlıyor şimdi içimde.
sakin bir günün ardında gelen, güzel sözlerin söylendiği bir akşam yemeğiyle bezenmiş, kısa yürüyüşle süslenmiş bir gece. iki kişilik müzik keyfi, iki kişilik dans çılgınlığı, oyunlar... huzurlu ve hiç bir yere yetişme, hiç bir yere dönme ve hiç kimseye hesap verme telaşı olmadan durmak sadece. baş göğüste el elde durmak. uyumak ve uyanmanın sonsuz güzel birlikteliği. saçma sapan televizyon programları hakkında saçma sapan yorumlar yapmak ve keyifle izlemek gözün önünden geçen her şeyi.
o kadar o kadar çok özlüyorum ki şu an bu şarkı nedeniyle o geceyi, ağlamak istiyorum, içim sıkışıyor.
yakamoz şarkının adı, bab-ı esrar.
ankarada unuttuğum istanbul müziğiyle anakaranın uzak bir beldesinde yaşanan bir gece sızlıyor şimdi içimde.
sakin bir günün ardında gelen, güzel sözlerin söylendiği bir akşam yemeğiyle bezenmiş, kısa yürüyüşle süslenmiş bir gece. iki kişilik müzik keyfi, iki kişilik dans çılgınlığı, oyunlar... huzurlu ve hiç bir yere yetişme, hiç bir yere dönme ve hiç kimseye hesap verme telaşı olmadan durmak sadece. baş göğüste el elde durmak. uyumak ve uyanmanın sonsuz güzel birlikteliği. saçma sapan televizyon programları hakkında saçma sapan yorumlar yapmak ve keyifle izlemek gözün önünden geçen her şeyi.
o kadar o kadar çok özlüyorum ki şu an bu şarkı nedeniyle o geceyi, ağlamak istiyorum, içim sıkışıyor.
yakamoz şarkının adı, bab-ı esrar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)