şimdi tekrar okuyup yazınca bu metni, ana fikre katılmama rağmen verilen örnekler nedeniyle şöyle bir hisse kapıldım:
sanki bu satırlar seni seviyorum demeyi sevmeyen, bir yandan da benim kalbim çok geniş 2 kişiyle birden beraberim ne var diyen ve aynı zamanda çok da zeki olan birisinin kendini aklaması için felsefeyle karıştırılmış laf sokma baladı gibi. yani bu bi his tabi sadece.
Perşembe, Şubat 22, 2007
eskilerden bir metin
çok sevdiğim bir metindi, unutmuşum. seneler öncesinden, batur hatırlatınca bir anda özlediğimi farkettim. seninle de paylaşayım dedim ey okur, buyur:
III.
Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. Ayrıca, çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz. oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır. Sözcükleri kullanmakla, sessiz dünyaya kendi düzenimizi zorla kabul ettirmiş oluruz. kendimizi güvende hissederiz. sözcük kullanmamız, etrafı izleme, bilinmeyeni sorgulama, sözlü tanıma haritası olmayan şeyleri sözcüklerle kodlama eğilimimizden doğan bir gücün işaretidir. sözcükleri kullanmakla, çevremizdeki şeylere sahip oluruz. sahip olunca da kendimizi güçlü, herşeyi denetleyen bir konumda hissederiz. aymazlığımızın doruğu da budur işte. başını kuma gömen devekuşundan farksız bir durum. birer ikame olan sözcükler, kendimizi yaşama bırakmaktan alıkoyar, deneyimlerimizin önüne geçer. sözcükler bizi kör eder. tüm duygularımızı ve düşüncelerimizi birer sözcüğün içine sıkıştırma yolundaki baskın faaliyet, duyularımız aracılığıyla ulaşacağımız kavrayışı engeller, önünü keser. böylece duyular, sözcüklere bir yardımcı olarak kullanılır yalnızca. yalnızca sözcüğün anlamını zenginleştirmek için kullanırız onları. buna karşılık, sözcüklerin, duyuların toplam deneyimini zenginleştirmek için kullanıldığı pek nadirdir. konuşma diline öyle alışmışız ki, arabayı atın önüne koşuyoruz. yapay kategoriler, yaşam deneyimlerinin yerini almış durumda. tüm duyularımızın toplamından da yoğun kavramlar, her nasılsa sözcüklere teslim ediliyor. türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden biri lan aşkta örneğin, "seni seviyorum" sözcükleri, bakıştan, temastan, kokudan ve aşkı ifade eden çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır. duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı paylaşmaktansa, ona sözcüklerle sahip çıkmaya çalışıyoruz. her aşk farklı olduğuna göre (farklı kokular, farklı dokunma biçimleri, farklı psikolojik roller) her aşkta, paylaşılan sözcüklerde farklı olur diye düşünüyor insan. ama, hayır! kalıp sözcükler, yaşadıklarımızdan daha önemli. ve "seni seviyorum" tümcesindeki totaliter sahiplenme, tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor. aşkı nicelleştiriyor. bu tümceyi, aşkı aritmetiğe dökmek için kullanıyoruz: "ben, üç kere aşık oldum."
aşkın söz aracılığıyla sahiplenilmesi ve nicelleştirilmesi, aşkın çok renkli ve çok dilli yaşanmışlığına aykırıdır; onun insandan insana ve deneyimden deneyime değiştiği gerçeğine ters düşer.
sözcükler, aşkı, birbirini dışlayan kategorilere sokar zorla. "kimi seviyorsun, onu mu yoksa beni mi?" gibi bir tümceyle, bir aşk durumunun ille de doğrulanması, sınıflandırılması gerektiği için ne çok insan acı çeker, çıldırır, intihar eder ya da başkalarına acı çektirir. mutlaka birinden biri olmalıdır çünkü. biri varsa diğeri olamaz. sırf söz paradigmasının tutsağı olduğumuz için. aşkın karşılığı olarak sekiz, on, onbeş sözcük olsaydı keşke. daha az kıskanıp daha az sahiplensek, standartlaştırmanın kısırlaştırıcı baskısına yüz çevirip, benzersizliğe daha çok değer verseydik. dikey hiyerarşiyi boşlasaydık. peki, ya aşkın karşılığı olan hiç bir sözcük olmasaydı? o zaman olmayacak mıydı yani? aşk duyulmayacak mıydı o zaman? aşk sözden önce de vardı.
---gündüz vassaf, cehenneme övgü, sözcük mahpusları.
III.
Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla, sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı reddetme anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz. Ayrıca, çok fazla konuşuyoruz. Sessizlik bizi ürkütüyor. Sessizliği denetleyemiyoruz. oysa sessizlikte, sezinlediğimiz ama tanımadığımız dürtülerin, özgürlüğün ve gelişigüzelliğin son noktası saklıdır. Sözcükleri kullanmakla, sessiz dünyaya kendi düzenimizi zorla kabul ettirmiş oluruz. kendimizi güvende hissederiz. sözcük kullanmamız, etrafı izleme, bilinmeyeni sorgulama, sözlü tanıma haritası olmayan şeyleri sözcüklerle kodlama eğilimimizden doğan bir gücün işaretidir. sözcükleri kullanmakla, çevremizdeki şeylere sahip oluruz. sahip olunca da kendimizi güçlü, herşeyi denetleyen bir konumda hissederiz. aymazlığımızın doruğu da budur işte. başını kuma gömen devekuşundan farksız bir durum. birer ikame olan sözcükler, kendimizi yaşama bırakmaktan alıkoyar, deneyimlerimizin önüne geçer. sözcükler bizi kör eder. tüm duygularımızı ve düşüncelerimizi birer sözcüğün içine sıkıştırma yolundaki baskın faaliyet, duyularımız aracılığıyla ulaşacağımız kavrayışı engeller, önünü keser. böylece duyular, sözcüklere bir yardımcı olarak kullanılır yalnızca. yalnızca sözcüğün anlamını zenginleştirmek için kullanırız onları. buna karşılık, sözcüklerin, duyuların toplam deneyimini zenginleştirmek için kullanıldığı pek nadirdir. konuşma diline öyle alışmışız ki, arabayı atın önüne koşuyoruz. yapay kategoriler, yaşam deneyimlerinin yerini almış durumda. tüm duyularımızın toplamından da yoğun kavramlar, her nasılsa sözcüklere teslim ediliyor. türümüzün en karmaşık ve en zengin deneyimlerinden biri lan aşkta örneğin, "seni seviyorum" sözcükleri, bakıştan, temastan, kokudan ve aşkı ifade eden çeşitli seslerden çok daha büyük önem kazanmıştır. duyularımızın ortak yaşanmışlığı aracılığıyla aşkı paylaşmaktansa, ona sözcüklerle sahip çıkmaya çalışıyoruz. her aşk farklı olduğuna göre (farklı kokular, farklı dokunma biçimleri, farklı psikolojik roller) her aşkta, paylaşılan sözcüklerde farklı olur diye düşünüyor insan. ama, hayır! kalıp sözcükler, yaşadıklarımızdan daha önemli. ve "seni seviyorum" tümcesindeki totaliter sahiplenme, tüm aşk deneyimlerini standartlaştırıyor. aşkı nicelleştiriyor. bu tümceyi, aşkı aritmetiğe dökmek için kullanıyoruz: "ben, üç kere aşık oldum."
aşkın söz aracılığıyla sahiplenilmesi ve nicelleştirilmesi, aşkın çok renkli ve çok dilli yaşanmışlığına aykırıdır; onun insandan insana ve deneyimden deneyime değiştiği gerçeğine ters düşer.
sözcükler, aşkı, birbirini dışlayan kategorilere sokar zorla. "kimi seviyorsun, onu mu yoksa beni mi?" gibi bir tümceyle, bir aşk durumunun ille de doğrulanması, sınıflandırılması gerektiği için ne çok insan acı çeker, çıldırır, intihar eder ya da başkalarına acı çektirir. mutlaka birinden biri olmalıdır çünkü. biri varsa diğeri olamaz. sırf söz paradigmasının tutsağı olduğumuz için. aşkın karşılığı olarak sekiz, on, onbeş sözcük olsaydı keşke. daha az kıskanıp daha az sahiplensek, standartlaştırmanın kısırlaştırıcı baskısına yüz çevirip, benzersizliğe daha çok değer verseydik. dikey hiyerarşiyi boşlasaydık. peki, ya aşkın karşılığı olan hiç bir sözcük olmasaydı? o zaman olmayacak mıydı yani? aşk duyulmayacak mıydı o zaman? aşk sözden önce de vardı.
---gündüz vassaf, cehenneme övgü, sözcük mahpusları.
Pazar, Şubat 11, 2007
kısalı uzunlu özet
sevgili okuyucum,
senle haberleşmediğimiz şu süre içersinde bir sürü şey oldu.
volkanla evlenmeye karar verdiğimizi biliyorsun zaten. önce ailelere söyledik. sonra annelerimiz tanıştı. ben çok korktum çok gerildim, bir ara koşa koşa kadıköyden taksime kendimi votkaya boğmaya gitmek istedim, gidemedim. sonra hrant dink öldürüldü, ben çok ağladım. çok iyi bir adamdı, korktum, algılayamadım. o gece gözlerim çok şişti, beni istemeye geldiler sonra. 19 ocakta. istediler beni, ben hem çok heyecanlı hem ruh gibiydim bir aptallaştım. ama inanamadım olanlara, sanki kabus ve çok güzel bir rüya içiçe geçmiş gibiydi.
sonra ertesi gün alyanslarımızı almaya gittik. artık alyanslarımız var. ama hemen takamadık. sonra volkan bana tek taş yüzük aldı. ama beni kandırdı, ben ailesi alıyor sandım. sonra çok içtik ben kustum.
sonra ertesi gün herkes çok hastalandı annem bütün hafta yüksek ateşle yattı. volkanın eniştesi, o zaman henüz benim de eniştem olmamıştı, çok hastalandı ateşlendi. sonra herkes hasta oldu. ben de oldum. ama ben yatıp dinlenemedim çünkü bakmam gereken ebeveynlerim ve hazırlamam gereken bir nişan vardı.
sonra kimse iyileşmedi, aksine herkes daha da hastalandı, ben perşembe günü çok kötü oldum hemen yattım.
cuma günü hastaydım ama halıları kaldırdım. emine ablam gelmişti hem, yalnız da değildim artık.
cumartesi günü oldu sonra, saçlarımı yaptırdım. makyajımı yaptırdım. elbisemi giydim. arkadaşlarım geldiler. ailem geldiler. herkes geldi. çok acıktık hep beraber ama yiyemedik çünkü volkanlar gelmedi.
ben çok korktum, çok gerginleştim, niye böyle oluyo diye çok üzüldüm. sevgilim de çok korktu, çok gerginleşti, niye böyle oluyo diye çok üzüldü. ama sonunda trafik canavarının pençesinden kurtulup geldiler. volkanımı gördüm kapıda, elinde çiçekler vardı. bana vermek istemedi ağır bileğim ağrır diye ben zorla aldım. volkanımı gördüm kapıda ve eridi gitti bütün hafta yaşanan yorgunluklar.
sonra biz nişanlandık, artık yeğenlerim var, anneannem var, ablam var çok mutlu eden bir şey bu, bi anda genişleyen bir sevgi yumağı.
sonra ben yazı yazdım 2 tane, ama kamil koş yolculuk dergisi nedense bu ay elime geçmedi.
sonra çeviri yaptım.
sonra indeksi yarı yolda bıraktım.
sonra tezimin ilk kısmını yazdım ve gönderdim ki bu da en az nişanlanmış olmak kadar afallattı beni.
sonra nilim berline gitti.
sonra görg'ü özledim.
sonra abim askere gitti benim. her gece yatarken geri gelsin istedim.
senle haberleşmediğimiz şu süre içersinde bir sürü şey oldu.
volkanla evlenmeye karar verdiğimizi biliyorsun zaten. önce ailelere söyledik. sonra annelerimiz tanıştı. ben çok korktum çok gerildim, bir ara koşa koşa kadıköyden taksime kendimi votkaya boğmaya gitmek istedim, gidemedim. sonra hrant dink öldürüldü, ben çok ağladım. çok iyi bir adamdı, korktum, algılayamadım. o gece gözlerim çok şişti, beni istemeye geldiler sonra. 19 ocakta. istediler beni, ben hem çok heyecanlı hem ruh gibiydim bir aptallaştım. ama inanamadım olanlara, sanki kabus ve çok güzel bir rüya içiçe geçmiş gibiydi.
sonra ertesi gün alyanslarımızı almaya gittik. artık alyanslarımız var. ama hemen takamadık. sonra volkan bana tek taş yüzük aldı. ama beni kandırdı, ben ailesi alıyor sandım. sonra çok içtik ben kustum.
sonra ertesi gün herkes çok hastalandı annem bütün hafta yüksek ateşle yattı. volkanın eniştesi, o zaman henüz benim de eniştem olmamıştı, çok hastalandı ateşlendi. sonra herkes hasta oldu. ben de oldum. ama ben yatıp dinlenemedim çünkü bakmam gereken ebeveynlerim ve hazırlamam gereken bir nişan vardı.
sonra kimse iyileşmedi, aksine herkes daha da hastalandı, ben perşembe günü çok kötü oldum hemen yattım.
cuma günü hastaydım ama halıları kaldırdım. emine ablam gelmişti hem, yalnız da değildim artık.
cumartesi günü oldu sonra, saçlarımı yaptırdım. makyajımı yaptırdım. elbisemi giydim. arkadaşlarım geldiler. ailem geldiler. herkes geldi. çok acıktık hep beraber ama yiyemedik çünkü volkanlar gelmedi.
ben çok korktum, çok gerginleştim, niye böyle oluyo diye çok üzüldüm. sevgilim de çok korktu, çok gerginleşti, niye böyle oluyo diye çok üzüldü. ama sonunda trafik canavarının pençesinden kurtulup geldiler. volkanımı gördüm kapıda, elinde çiçekler vardı. bana vermek istemedi ağır bileğim ağrır diye ben zorla aldım. volkanımı gördüm kapıda ve eridi gitti bütün hafta yaşanan yorgunluklar.
sonra biz nişanlandık, artık yeğenlerim var, anneannem var, ablam var çok mutlu eden bir şey bu, bi anda genişleyen bir sevgi yumağı.
sonra ben yazı yazdım 2 tane, ama kamil koş yolculuk dergisi nedense bu ay elime geçmedi.
sonra çeviri yaptım.
sonra indeksi yarı yolda bıraktım.
sonra tezimin ilk kısmını yazdım ve gönderdim ki bu da en az nişanlanmış olmak kadar afallattı beni.
sonra nilim berline gitti.
sonra görg'ü özledim.
sonra abim askere gitti benim. her gece yatarken geri gelsin istedim.
haftaya bu gece
avşar geliyor, geliyor avşar. geliyo geliyo geliyo geliyo avşar avşar avşar avşar. avşar geliyo, avşar geliyo, geliyo avşar, avşar geliyo. avşar avşar avşar avşar geliyo avşar geliyo geliyo geliyo geliyo avşar. avşar geliyo avşar geliyo, avşar geliyo, avşar geliyo avşar geliyo geliyo geliyo geliyo avşar geliyo avşer geliyo avşar geliyo avşar geliyo.
AVŞAR GELİYOR!
AVŞAR GELİYOR!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)