gergin geçen, kulağımızın kapıda olduğu ve her seste irkildiğimiz bir kaç saatlik bir süreci yeni atlatmışız. telefon defterleri taranmış, bir kaç kişi aranmış ama sonuç alınamamış. ortada kalmışız. sonrası birlikte atılan adımlar, burun kıvrılan mekanlar ve bir kaç dakika sonra kendimize ait bir odadayız.
duvar genişliğinde kaloriferin üzerinden başlayan kocaman bir pencere var. pervazlar ahşap iki yana açılmış. bambu bir jaluzi bozmasından içeri bölüm pörçük ışık huzmeleri süzülüyor. bambunun hemen ardında yanmış yıkılmış bir binanın dış cephesi, içi yok bakınca arkası görünüyor.
inanamaz bakışlarla odayı süzüyorum. biri iki kişinin sığabileceği kadar geniş iki tane tek kişilik yatak, çıplak bir ampul, füme muşambalar, aynı renk iki tane amerikan lilesi dolabı. dolabın üstünde iki tane battaniye var. pek eski görünüyorlar. yatakların üzerinde 2 tane kağıt kadar ince yastık, iki çarşafdan bozma pike. çarşaflar beyaz. geri kalan her şey birbiriyle uyumsuz. yataklardan birisi bizim yemek masamız. 3. pide döner, soğanlı peynirli ruffles, doritos pançonun yenilenmiş versiyonu - hani üstünde sarımsak resmi olan-, baharatlı lays, küçük bir votka, elma suyu, aşağıdan alınmış bir litre su ve plastik bardaklar, sigara kutusu 2 tane, snickers, yere atılmış bir kaç poşet, ceketler ve şapkalar. koyu kırmızı ve koyu mavi bir kapımız var. bizi dış dünyadan koruyor.
ve işte ben masa görevi yapan yatağın ucuna ilişmiş oturuken ona bakıyorum: karşımda daha geniş yatakta oturmuş, terliğimiz de yok, havlu da yok hay allah diyor. mutlu bir gülümseme yüzünde. içime akıyor bakışı. mutluluk, saadet bu kelimeler bana yetmiyor. ona baktıkça yepyeni bir kelime icaat etmek istiyorum başına herhangi bir pekiştirme bıdırı gelmeden nasıl hissettiğimi anlatacak.
konuşuyoruz, yiyoruz, içiyoruz, uyukluyoruz, mıncırıyor ve gıdıklıyoruz. bambaşka insanlar olup sonra özümüze dönüyoruz. sonra söylediğimizden 2 saat geç taksime çıkmayı başarıyoruz.
kalabalık bir gece, beklenmeyen misafirler, hep beklenen ve hep orda olması istenen dostlar, garip sırıtışlar, deli bakan gözler, tanımazdan gelmeler, nille iki arada bir derede yapılan dedikodular... bütün bunların arasında kimsenin sezemediği bakışlar. onun hep orada olduğunu bilmenin, onun seni özlediği bilmenin, onu çok özlemenin mutluluğu. sonra kalabalık ve dumanlı bir ortamdan kaçış her şeye gülünen bir gece yemeği ve bize ait o odaya geri dönüş.
her dakikasına yumuşakça dokunulmuş ve her anı sarılıp sarmalanmış bir uykunun ardından hala uyuyan asmalı mescit. gece kim bilir kaçta uykuya dalmış belli değil. ama bir dakika burası ayvalık. hani abimin dalış turundan önce oturup kahve içtiğimiz ve benim onu çok özlediğim ve bir gün beraber gelelim nolur diye içlendiğim yer. kahvaltılarımız geliyor. gazete okuyoruz. kahve içiyoruz. konuşuyoruz. bakışlarımla kedileri korkutuo kaçırıyorum. ona hiç böyle bakamıyorum. sonra kedileri beslemeye başlıyoruz. bütün bunlar olurken her şeyin rüya olduğunu kanıtlamak için olsa gerek fonda onun bütün gece ve sabah söylediği şarkılar çalmaya başlıyor. konuşmayı bırakıp şarkı söylemeye başlıyoruz.
ve sonra o kahvaltı bitmiyor. o gün bitmiyor. bu rüya bitmiyor. biz kalkıp caddede uzun bir yürüyüş yapmıyoruz. evlerimize dönmüyoruz. başka yerlerde uyumuyoruz. hep birlikte, kendimize ait bir oda da yaşıyoruz biz. başka bir yere gitmiyoruz.
kendimize ait bir oda gerek bize! gönlümüzce huzur ve heyecan yaşayabilmek için. gönlümüzce uyuyup uyanmak ve uykunun bölündüğü her küçük anda onun sıcaklığıyla rahatlayabilmek için.
1 yorum:
güzel..
Yorum Gönder