Pazartesi, Aralık 30, 2002
bileğim ağrıyo çeviri yazmaktan. hoş ama yorucu ama güzel ama tuhaf ve dünkü sinirden sonra aptal gibi bir gündü. bittiğine mutluyum.
bu senenin bittiğine eni bir seneye bu şekilde, kafamda bir şey kalmadan, temizlenmiş ve rahat girecek olmaya, en azından kendimi buna inandrımaya çalışıyor olmama mutluyum.
bu senenin bittiğine eni bir seneye bu şekilde, kafamda bir şey kalmadan, temizlenmiş ve rahat girecek olmaya, en azından kendimi buna inandrımaya çalışıyor olmama mutluyum.
ve bir gecede anladı yaşanan söylenen herşeyin içi boş anlamsız sözcüklerden ibaret olduğunu. bir anda dışardan bir sesle, beklenmeyen bir ürperişle kavradı gerçeklerin sevimsiz yüzünü. nasıl bu kadar kör olabildim? nasıl da göremedim? yitirmesi acı da olsa sahip olduğum bir düş vardı benim. şimdi baktım ki hiç olmamış. aldanışım yaralıyor bedenimi.
bazı şeylerde kendimi nasılda güzel kandırmışım. benim için varolduklarına inandığım hisler hiç olmamış evet. yanılsamalarla süslendikleri için gözümü boyamışlar. dürüstlük, içtenlik, varolduğuna inandığım şekiller değişse bile varlığını sürdürecek bağ gerçekte hiç yokmuş meğer. şimdi bir ağlamak gelmiş boğazımı zorluyor. bazı şeylerin bitmesi değil, hiç varolmadıklarının farkına varmak üzüyor beni. kendi aldanışımı görmek yoruyor. uyumalıyım ve gece üstüme kapanmalı, uyumalıyım, yarın benim için yeni bir hayat başlamalı.
Pazar, Aralık 29, 2002
Cumartesi, Aralık 28, 2002
bazı şeyleri beni daha az yaralayacak şekilde hatırlamayı tercih ediyorum. ne kadar yaralamış da olsalar, beni ne kadar değiştirmiş ve çiğneyip tükürmüş de olsalar yaşanan her şeyin bir amacı vardı. 2 seneye yakın bir zamanı en azından bu kadar çok şeye değmeyecek bir insan için harcamış olmamın, kayıplarımın, umutsuzluklarımın yanlış insanlara güvenmelerimin ve yanlış insanları doğru insanlarmışcasına sevmemin sebepleri vardı. buna inanıyorum. şimdi pek çok şeyi çok daha berrak görüyorum. ne için acı çekmem gerektiğini anlayabiliyorum. neyin doğru neyin yanlış olduğunu, hangi sevgiye güvenmem gerektiğini biliyorum. maddi açıdan bakarsak hayatımın 1 sene gerisindeyim ama bence manevi anlamda bu kayıp ama yabancılaşmadan geçirdiğim zamanlar beni olabileceğimden uzağa taşıdı. hiç bir şey için pişman değilim artık. sadece onları istediğim gibi hatırlıyorum ve ödül denebilecek bu dinginliğin keyfini çıkartıorum.
kuaförüme ilk gittiğim günü seviyorum. saçımı muz kokan bir şampuanla yıkamıştı, annemin zoruyla gitmiştim. uçlarından kestirmek için saçlarımı. daha saç boyamak mı ııyykk zamanımdı. sevdiğim bir sürü anım var. mesela fransadaki ilk sabahımı, o parkı, bisküvileri o güneşi çok seviyorum. tunç un bizi çekimden önce migrosa götürüp, zeytnili açma almasını, nille sabahları yıldız parkında yürüyüşlerimizi, emreyle ilk öpüştüğüm günü, afşini ilk kez gördüğüm günü, uğurun annesiyle tanıştığım günü, burçinin izmirden gelip penceremin altında senşi seviyorum diye bağırdığı günü, olimposta ilk sabahımızı, meteyle içerdeki borada uyuya kalmamızı, her şeye rağmen dönüş yolculuğumuzu, ve aradaki mordor a benzeyen yeri, nilin bize ilk geldiği günü, onunla ilk tanıştığım günü, avşarın odasını yaptığımız günü, ırmaklarda şarap içip film seyrettiğimiz günü, metenin fotoğraflarını çektiğimiz ve sonra nillerin balkonundan deli gibi yağan yağmuru seyrettiğimiz günü, bizdeki çin yemeğini, h2000 de dışardaki ağacın altına serilmemizi, yazlıkçılar gibi süslenmemizi, denizin bize geldiği ameliyat olmama gerek olmadığını öğrendiğim doğumgünümü, geçen seneki doğumgünümü, herşeye rağmen yine devrimle ilgili bazı şeyleri mesela kitaplarını bana büyük bi şevkle ve mutlulukla anlatmasını, gökçeyle tanıştığım günü, emine ablayla foçada sarhoş olduğumuz fırtınalı akşamı, karla ve tilayı ilk gördüğüm günü, yeni evde ilk uyuyan insan ben olduğum tek başıma geçirdiğim geceyi, ilkokulun ilk günü okulun bahçesinde yere tükürdüğümde mustafa hocanın gelip beni uyarmasını bulut yeşilova ile elele tutuştuğum 3. sınıftaki beden dersini hepsini saygı ve sevgiyle anıyorum. canım anılarım benim. iyiki varsınız
Cuma, Aralık 27, 2002
Perşembe, Aralık 26, 2002
Çarşamba, Aralık 25, 2002
Salı, Aralık 24, 2002
Pazartesi, Aralık 23, 2002
Pazar, Aralık 22, 2002
bu gün nil birinden bahsederken, hayatında sığınabileceği iyi bir şey olduğu zaman diğerlerini umursamıyor dedi. sanırım benim şu son dönemdeki cebelleşme gücüm, sığınabilicek hiç birşeyim kalmamasından oldu. o kadar dipte ve o kadar tektim ki, bana benden başka yardoım edebilecek kimsenin olmaıdğının farkına vardım. sanırım bi süre tutunmam gereken gerçek bu olmalı. gökçenin arkadaşı o gün bana çok doru bişi söledi. insana en büyük kötülük kendisinden geliyor. ve tabi , iyilik de.
insan beynine gerçekten hayranım. ve psikolojiye de. bazı şeyleri kodlama ve depolama yöntemlerimizin hayatımızın akışını değiştiriyor olmasına, bi inik nörötransmiterin yol açtığı değişkiliklere. bazı şeyleri olduğu gibi hatırlamanın acısı katlanılamaz olduğu için onları başka şeylermiş gibi hatırlayabilme yeteneğimize. hayranım evet.
Cuma, Aralık 20, 2002
söylendiği kadar gerçek ve güçlü olsaydı, bu kadar kolay yok olmaması gerekirdi. o zaman iki şık var: 1. söylendiği kadar gerçek ve güçlü değildi ki o zaman zaten benim olmayan ya da varolmayan bir şeyi kaybettiğimi düşünerek üzülmek anlamsız. 2. yokolmadı. o zaman da kaybetmiş olamam. yani gene üzülmek anlamsız. benim hangi şıkka inandığımın bi önemi yok ama tahmin etmek pek de zor değil.
Perşembe, Aralık 19, 2002
dün filmin galası vardı abuk subuk giyindim böle kendimi geniş kalçalı bi bond kızı gibi hisediodum ama pek de bi alakam yoktu aslında. sona eve geldim ödev yaptım işte sabaan beşine kadar aman da ne kadar tatlıymış benim ödevim, yerim ben onuuu, ahgucuk seniiiiiii! yarın da sınavım vaar. neymiş çok yoğunmuşum ama gene de blog ıma özen göstermeye çalışıomuşum.
Pazartesi, Aralık 16, 2002
inanmıycaksınız ama iyi hissediyorum. pozitif bir enerjiyle doluyum. yazı yazmak istiyorum mesela. yazıcam ve hatta. ozan bana 3 tane leziz kitap verdi. 2 tane kazak aldım. gökçenin doom günü için kadıköy sokaklarında elimde bi sürü balonla dolaştım. emreye karşılaştım ve yani o kadar yabancı ki nefiz. şöle diim ben, eski takıntımn muhteşem bi aşk hayatı var ve benim yok ama kendimi hala süper hissediorum. inanılmaz di mi?
Pazar, Aralık 15, 2002
audrey hepburn nün çok duru bir güzelliğ var. özellikle breakfeast at tiffany's deki halini çok beğeniyorum ben. bakışları, gözleri çok güsel. rtl de bi dizi vardı, unter uns mu gute zeiten, schlechte zeiten mı hatırlamıorum, onda duvarda audrey hepburn nün pop art bi posteri asılıydı, çok kıskanmıştım.
toplamda 115 kere (gerçekten) oynadıım neopets deki pyramids oyununu üçüncü kere kazandıımı, nilin ördüüm kazaa çok beendini ve hacılamak istediini, masanın üstünde duran bi sürü bardaa bi tepsiye koyup mutfaa götürmeye çalıştıımı gördüm rüyamda. toplamda 15 dakika falan uyuyabildim zaten. gece 12.30 da harry potter a gittik 2. kere. denizle buluşucam. rejime giricem, cildime ve kendime bakıcam ve hüsnü can ı sallıycam. evet evet.
Cumartesi, Aralık 14, 2002
orada bulundum. onları gördüm. acısından ve pişmanlığından geçtim. evet belki ruhum daha yaşlı bazı insanlara göre ama bunun hiç kimseye bir faydası yok, hiç bir şeyi değiştirmiyor. o zaman neye yarar yaşadığım bütün acılar? hala neyin cezasını çekiyorum? nedir beni izleyen bu lanetin sebebi? kim söyleyebilir bana bunu kim?
aslinda hiç biri gerçek degil. yasanan her sey, uzun hos bir rüyaydi evet. her sey bir rüyaydi. hani su uyanip da ah keske gerçek olsaydi dedigimiz rüyalardan. hani su içimizde burukluk birakan rüyalardan. hemen unutulmasi gereken rüyalardan. hepsi bos hayallerdi. gündüz düsleriydi yalnizligimin. ve hepsi ufacik bir esintiyle savrulup gittiler. gücüm yetmedi onlari kurtarmaya. hepsi gittiler ve ben yine yalnizim. yine yeniden yalnizim. hepsinin yalanci rüya parçalari olduguna inanmaliyim. ancak böyle yasamima devam edebilirim.
Perşembe, Aralık 12, 2002
Çarşamba, Aralık 11, 2002
önce salatalıkları güzelce rendeleyelim ve dolaba koyalım. sonra aldığımız saf kepe ununu, sütle karıştıralım. saçlarımızı topladıktan sonra, yüzümüzü sıcağa yakın ılık suyla yıkayalım. kepekli sütlü maskeyi yüzümüze sürelim. uzanalım bir yere ve dolaptan çıkartığımız rendelenmiş salatalığı gözlerimize koyalım. hafif bir tütsü yakalım, sakin bir müzik açalım ve durup varoluşumuzun tadına varalım.
bir film tanıtımı için hazırladıkları internet sitesinde kullanılmak üzere bir snuff movie çeken 2 genç, yanlışlıkla arkadaşlarının ölümüne neden oldu. filmde rol alan genç kızın, başının lavabo kenarlarına çarpması ve boğazına dolanan ipin haddinden fazla sıkılması sonucu oksijensiz kalarak ve beyin kanaması geçirerek öldüğü belirlendi. kızın yakınları bu durumdan şirketin sahibini sorumlu tutuyor. sanat filmleri dağıtıyoruz diye ortaya çıkan film şirketinin büyük bir şiddet ağının türkiye ayağı olduğu ve bu durumu maske olarak kullanarak filiz gibi türk kızlarının kanlarına girdikleri öğrenildi.
Salı, Aralık 10, 2002
Pazartesi, Aralık 09, 2002
Pazar, Aralık 08, 2002
raflarda eskimiş kitaplar vardı. artık yaşamsal değeri bulunmayan kitaplar. onların geçerliliğini kaybettiğini hissettiğimde rafların arkasında kalan ve işime yarayacak kitapları ortaya çıkartmam gerekti. bunun tek yolu da hepsini raftan indirmemdi. hepsini indirdim raftan. şimd, yerler kitap dolu. bi sürü kitap. okunmuş, hiç okunmamış, hiç okumasaymış keşke bi sürü kitap. o kadar dağınık ki ortalık, hangi kitap ön sıraya hangisi arka sıraya konmalı bilmiorum. herhangi bi sorun çıktığında bakmam gereken kitaplar nerede bilemiorum. yaşama yöntemimi kaybettim.
Çarşamba, Aralık 04, 2002
Pazartesi, Aralık 02, 2002
dün gece çağrıyla konuştuktan sonra kendimi çok tuhaf hissettim. son bi senedir yaşamı kaldırmamı sağlayan şeyi kaldırıp çöpe attı. kendime denize düşüp can simidine sarıldığını sanmış ama bu kadar zaman sonra o sarıldığı can simidinin dana gibi bi yılan olduğunu farkettii için panie kapılmış biri gibi hissediyorum. artık yılan olduğunu biliorum. ona sarılamam. ama neye sarılacağımı bilmiyorum da.
Pazar, Aralık 01, 2002
Cuma, Kasım 29, 2002
sana hayır dedim. benim törpümü alamazsın. git kendini başka törpüyle öldür. sen bileklerini törpüleyişp kan kaybından ölücen die ben tırnaklarımı düzeltemiycek miyim. git bıçak al bişi bul onla kes. ne demek ben daha acılı olsun istiyorum? o zaman git zımpara kaadı kullan. ayrıca çekemem bööle ağlamanı da zır zır. işim gücüm var benim. daha gidip oje sürücem ve makyaj yabıcam. hüsnü can bekler. beklerse beklesin ne demek? ne demek senin yaşam savaşın daha önemliymiş. hadi ordan. 1.50 boyunda, 130 kilo, meleklerin düş yaşamındaki adama benzeyen sevgilimden daha mı önemlisin? hahayt güliim bariii. çekil çekil, pantolonumun üstüne otrumşusun, ütüsünü bozuyorsun.
Perşembe, Kasım 28, 2002
bütün bu bloglar içinde yazısına benim kadar özen göstermeyen bi tandaa yok. orda olmaması gerekn harfler, orda olması gereken ama olmyan harfler, noktalama işaretleri vs. senelerce dergiye gelen yazıları düzenleyip bi süre sonra düzeltme işini insanların konuşmlarına kadar bulaştırınca bu tepki pek de anormal diildir belki. belki de öledir. hem kimin umrunda ki?
iş yapıcam, mum yapıcam, iş yapıcam. sonra evime gidip kendime bakıcam. belki bi de kurabiye pişiririm. belki yüz yıldır seyretmeye korktuğum, requiem for a dream i serederim. ya da kitabı bitiririm. ya da kafamda yavaş yavaş oturan o yazıya başlarım. krem brüle, kabuğuma vurunca kırılırıorum, tadıma bakınca yapışıorum mu demek belki de öle. yapışkan bi yıvır.
Çarşamba, Kasım 27, 2002
ahmet kaya nın şarkısını haluk levent sölüo şimdi. acı çekmek özgürlükse die. ahment kayanın sesinden hatırlıamıorum artık şarkıyı. ahmet kaya yok, sesi de yok. eski kasetlerden bulunuabilir ama. onun sesi için böyle bi şansım yok. kokusunu ve yumuşaklığını da bulamam. yerini başka sesler ve kokular, başka dokunuşlar alıcak. bi süre sonra fotoğraflara bakmadan yüzü gözümün önüne gelemes olucak. ve ben bunu engellemek için hiç bişe yapamam.
neredeyse iki aydır, her çarşamba ya birinin ödlüğünü ya da çok kötü hasta olduğunu öğreniyorum. aileden çok yakınlarım, çok sevdiğim insanların çok yakınları... bu sene bitsin istiyorum artık ben çok yoruldum. yasemin ablam iyileşsin istiyorum, emine ablam iyileşsin istiyorum. küçük bebeğe hiç bişi olmasın istiyorum ama pek fazla bi şansım yok sanırım.
Salı, Kasım 26, 2002
Pazartesi, Kasım 25, 2002
sorunu buldum. ben insanlardan hayatımdan, işten fransızca kursundan mesela, her şeyden çok fazla şey bekliorum. ve sonuçta bütün bunlar oldukları gibiler ve bana istediğim şeyleri vermek gibi bi zorunlulukları yok. sonuçta sadece ben hayal kırıklığına uğramış, insanlar ve durumlar zorlanmış topluca üzülmüş ve gerilmiş olarak hayatımıza devam ediorus. ve bende bu sebeple mutsuz yaşıorums ürkeli. beklentileri azaltmak, beklememek, geleni kabullenmek en iisi diil de ne? böylece sıradan olanın dışında bişi olduunda sevinirsin olmadıında üzülmessin. birinden hiç bişi beklemiosan, her hangi bişi yabdıında mutlu olursun. sanırım böyle en güzeli. kabullen ve bekleme. rahat ve mutlu. sonunda bilmecemin cevabını buldum.
Cumartesi, Kasım 23, 2002
Perşembe, Kasım 21, 2002
tam 49 kere oynadığım neopets deki pyramids oyununu sonunda bitirdim. ve 850 neopoint kazandım. yani başım göğe erdi. takıorum böle kağıtlı oyunlara nedense ya üf. sayın mırmor bey kardeşimin özenle bulup göndermiş olduğu ve içinde 43586 çeşit kağıt oyunu bulunan oyun da lanetim oldu zaten. gözlerim şeşibeş bakıolar.
küçüklüğümden beri en korktuğum şeylerden biri dişçi. diş çekmesinden değilde dolgu yapmaısndan ya da kanal yapmaısndan korkuorum. diş çekerken iki iğne yapıo uyuşuosun. sona hop çekio. ama diğerlerinde ağzının içinde neler olduğuna dair hiç bir fikrin yok ve sürekli korkunç sesler duyuosun. sonuçta aynaya baktığında bir canavara dönüşmüş bulabilirisn kendini. bu aslında çok küçük olduğum dönemlere rastlıo. oturdum dişçinin koltuğuna, böle uraştı uraştı uraştı sona bi kalktım ağzımın içinde bi robot var. senelerce tel taktım nefret ettim hayatımdan. küçükken , 2 sınıftayken bi murta die bi çocuk vardı sınıfta, bi tane de mustafa vardı, mıustafa muratın ağzına tükürmüştü sona durmadna ksumuştu murat, neyse o murat bana ağzında at arabası var die böel nenenene die dalga geçmişti benne çok üzülmüştüm. 23 bitio ben hala neye üzülüorum yaaaa of.
Çarşamba, Kasım 20, 2002
mutsuzsun. ama yatıp uyumuosun. uyanık kalıp anlamsız işlerle uğraıp, mutlsuzluğuna mutsuzluk katıosun. hatırlayarak, düşünerek. anlamsız işler yapıp, hayatının anlamsızlığını ve bunun üzerine düşünebileceğin süreyi çoğaltarak. bu gün sınavların bitti. derslerin bi kısmını toparladın. ama yarın gene gitmeyeceksin derslere. sen busun. bahene arıosun. zorlanmıyorsun bulmakta. ona kızgın olduğunu itiraf ettin. onu özledin ve bir benzeri belirdi gözlerinin önünde. işaretler var anlaman ve yorumlaman gereken, görmen ve kabul etmen gereken, hissettmen ve sevmen gereken. ama çok yorgunsun. ve çok korkuyorsun.
Salı, Kasım 19, 2002
Pazartesi, Kasım 18, 2002
postlarımda gözle görülür bir kısalma var. sanırım hayatım kısırlaşmaya başladı. küçük şeylerin tanrısını okuorum. onları yazabilmek için neler yaşamış olmak gerek? depresyon, yaratıcı ruhların değişmez hastalığı. hangisinin hangisini tetiklediği belirsiz. çok görmek ve yaşamak depresyonu8 körüklüyor. çok okumak da öyle bence. çok okumak bi sürü olası sonuç sunuor insana ve ne kadar çok olasılık olursa o kadar belirsiz oluo hayat. ve belirsizlik bütün depresyonların anası. depresyon savaşılması imkansız düşman.
Pazar, Kasım 17, 2002
Cuma, Kasım 15, 2002
Perşembe, Kasım 14, 2002
Çarşamba, Kasım 13, 2002
Salı, Kasım 12, 2002
Pazartesi, Kasım 11, 2002
anneee, sokaa çıkabilir miim? olmaz. nie ama yaa?? bak sokaa bakim senden başka çocuk var mı? ııı yok. tamam işte çıkamazsın o yüsden. ama anne yaa herkes senin gibi yabıosa tabi kimse olmas yaaa, bak ben çıkiim bölece dierleri de gelebilir? hadi bakiim odana dilinde pabuç kadar oldu hadi diorummm! ya ama anne ya uhuu yaaa!
bowling e gittik ailece. böle güsel bi top buldum kendime, parmak yerleri küçük, fazla aar olmıyan üstelik de kırmızı bi top. sona uyus bi karı gelip topu aldı az daha saç saça başbaşa birbirimize giricektik. sonuç olarak ben topu kaptırdım. ama o sinirle çat çat triple strike yabdım ki ondan önce ve sonra labutları sürekli ıskalamakla yetindim.
akşam bu saatlerde eve geldiinmde evde kimsenin olmamasını bööle çorba yabıb hazır onu hüpleterek bilgisayarın başında içmei seviyorum. keyifli bişi çok. ben bi de artık odam keyifli bi yert olsun istiorum. odamdaki şeyleri atiim istiotum, yeni şeylerim olsun istiorum. ama house invaders a başvuranm her üç aileden ikisinin söledii gibi "I need more storage". e yani? yanisi iki ucu boklu değnek yabıcak bişi yok. odamı boyasam diorum. içim açılsın istiorum ama çık renk boyamak istemiorum. yani ben napıcam bilmiorum. tanrım ben napıcam? nedir bu biri aşşaa dieri yukarı yüzen iki balık yüzünden çektiklerim? nedir bu yükselen ikizler in bana yabtıkları? yani bi insanın dengesiyle bu kadar oynanmaz k,i yazık bana da.
Cumartesi, Kasım 09, 2002
Perşembe, Kasım 07, 2002
Salı, Kasım 05, 2002
Pazar, Kasım 03, 2002
boazım arıo. hasta olucam. odamdaki masadan kalan (hani kesmiştim ya masamı) kısmı da odamdan atmak istiyorum. odamdan bi sürü şey atmak istiorum. yataan tepesindeki koca dolaplar gitsin, masa gitsin. minimum eşya kalsın istiyorum. herlşey öle olsuın minimum olsun. bölece uğraşıcak, tozunu alıcak şeyler azalsın veya hiç olmasın istiyorum. hayatım da öle olsun istiyorum. ama nasıl odamdaki palyaçolar ve kitaplardan vazgeçemiyorsam, hayatımda da vazgeçemediğim şeyler var ve bu çok canımı sıkıyor.
Cuma, Kasım 01, 2002
bu gün cuma. v soğuk. ben hiç cuma gibi hissettmiyorum. ayrıca kendimi sebebi olmayan bunalımlara sokmaktaki ustalığımı da yerden yere vurmak istiyorum. neden yani? NE SEBEBİ VAR! hiç bi sebebi yok. ölesine şu an hpek çom şeyden nefret ediyorum. gözlerim ters dönmüş gibi. bengi burayı okuo olsaydı endişelenirdi sanırım.
Perşembe, Ekim 31, 2002
işte böyle bi akşam üstü rastlamak istiyorum sana. bana bak, beni gör ve geniş geniş gülümse istiyorum. neden ve nasıl karşıma çıktığının bi önemi olmasın, sadece birbirimizi gördüğümüze çok sevinelim. ikimizde şaşıralım. sonra gidip bi kahve içelim benim yağmur yağarken oturup kitap okuduğum o kafede. bana anlat, anlat, anlat ve ben dinlerken seni, sesinin tınısına kapılıp benliğimden sıyrılıyım, sadece sesini dinlediğim için söylediklerini kaçırıyım. bunu farket, konuşurken heyecanlanıp salladığın ve sağa sola savurduğun ellerini masanın üstüne koy, gözlerime bak, ellerimi tut ve bana gülümse. kimsin diye sormıyım. kimsin diye sorma. sonra kalkıp gidelim o masadan ve hayatlarımızdan, birbirimizi sonsuza dek bir daha hiç görmeyelim.
akşam üstü işten çıktım, abimle buluşmak için milli reasürans çarşısına doru yürüodum yokuştan yukarı. havada çok güzel bi tat vardı. hava çok lezzetliydi. kararmıştı her yer. tatlı bir soğuk vardı, nefes alırken tazeleniyordu içim. evlerden taşan ve farlardan kaçıp oynaşan portakal renkli ışıklar ve ekmek almışl eve dönen insanlar vardı. ben yukarı yürüyordum sakince, herkes belli belirsiz bir telaşla kaplıydı. çok lezzetliydi hava. derin derin kokladım onu.
Salı, Ekim 29, 2002
Pazar, Ekim 27, 2002
bi de bide ellerimde sihirli güçler olsun, büyü yapabiliim istiorum. buffy deki willow gibi bile olsa olur. cadı olmak istiorum annıo musun beni haaa. annıo musun? e daha geçen gün tanrıyım diodun nooldu? o iş başka bu iş başka. e ii de tanrıysan cadı yapsana kendini. sus çarparım, tanrıya küfretme. eciş bücüş olursun. hadi len. bak kafamı kızdırma. al sana rııooorrrrrrgghhkkkkksksskskskksskskkhhjjkk! heheh nese sinirim senden aldım pis tosbaa.
bi de çok lezzetli görünen, muhteşem kokan, muhtemelen, böle ışıltılı buğulu, kırmızı renkte bi iksir keşfetmek istiorum. böle gören, kokusunu alan ya da varlığını herhangi bi şekilde hisseden biri onu içmeden rahat huzur bulmasın istiorum. taıd öle nefiz olsun ki, patlayana kadar içsin, içsin, içsin istiorum. sona da patlayıp ölsün. onunda adı pik olsun istiorum.
ben böle elimde tutabiliceem, ufacık, böle pıkı pıkı die ses çıkartan, sürekli oynanabilitesi olan, teneke olmıyan, ama yumuşakta olmıan, böle parlak olan ama yaldızlı olmıan, böle nefiz eelenceli bi oyuncak icat edmek ve adını da içinde g harfi olan bi şey koymak istiyorum. mesela hingilgeç gibi bişe olsun istiorum. evet bunu istiyorum.
patik olayının hastasııyım. çetik ve patik olarak bacıklı ve bacıksız olmak üzere iki çeşidi olduuunu iddaa edio bazıları ama bence hepsi patik işte. o kadar. bi sürü patiim var. en çok böler motif motif olup da sonadan birleştirilmiş olanı seviyorum. bi sürü renk ve modelde patiim var. giyiorum ayaama. oohhh . mis gibi yumuşacık sıcacık. ayacıklarım canlarım ısındınıs di miii! sizi gidi köftehorlar. patik! bayiilerden ısrarla isteyiniz.
sefa yabdım bu akjam. kahve yabdım. çikolata likörü koydum yanıma. bilgisayar oynadım. dün gece beli kilitlendii için hastaneye acile götürülen sevgili babamın horultularını gerçekten feyz alarak dinledim. evde uyuyor ve iyi diye düşünerek. sona bi baktım saat 1 olmuş yuh yani, yarın fransızca kursum var. kafamad apatlıycak uıyumazsam.
Perşembe, Ekim 24, 2002
Çarşamba, Ekim 23, 2002
bu çok kötü bişi. daha ölmedi. ama ölmek üzere. annemler yetişebilecekler mi meçhul. orda çok iyi bildiğim, sevdiğim o evde, yatıyor kendini bilmez bir halde. artık son çok yakın. her telefon, onun habercisi gibi. bunu bilmek, bu kadar yakında olduğunu, beklemek zamanını, bi yandan hiç olmasın istemek, bir yandan da gelmesi için ve işkencenin bitmesi için dua etmek. ananemle teyzeanenemin hep söyledii bişi vardı ölüm söz konusu olduğunda " iki gün yatak, üçüncü gün toprak, allah çektirmesin". anenem istedii gibi öldü.annemler son bi kez görmek için yetişemediler. umarım teyzeananemde öyle olur.
ufakken ananem ve teyzeananemle beraber misafirlie gitmiştik. musa amcaların karısına. adamı öldürdüler sona, kızı kocaya kaçtı falan bişiler. orda ikisi de çay içtikten sonra, çay kaşıklarını bardağın üstüne koymuşlardı. böyle yatay bi şekilde. daha fazla çay istemiyorum demekmiş. ilk defa o zaman görmüştüm öyle bi hareket.
yaşadı sonuçta. bi sürü çocuk, bi sürü torun. kardeşlerin en büyüğü ama en uzun o yaşadı. torunlarının çocuklarını görecek kadar yaşadı. çok ağladı, çok güldü, çok sevd, sevildi, nefret etti ve nefret edildi. bana örgü örmeyi ananemle beraber o öğretti. salihlideki evlerine gittiğimizde çok mutlu olurdum. mutfakta bize yemekten önce gizli gizli yemek yedirirdi. seviyoruz die abime köfte patates, bana da yaprak dolması yapardı hep. evi o kadar temizdiki, o kadar huzur kokardı ki. başında beyaz tülbentin üstüne örttüğü açık renkte başının iki yanından aşağı salınan baş örtüsü, bembeyaz saçları, bembeyaz yumyuşacık yanaklarıyla o kadar huzur kokardı ki. yumuşacık. sarıldığımda içinde kaybolacağımı sanacağım kadar yumuşak. ama bi şeylere kızdığında inanılmaz sert. saçlarımı okşaması, karnım ağrıdığında göbeğin kaçmış diye karnımı ovalaması. başım ağrıdığında beni karşısına alıp, başımı okşayarak dua okuması, ve bunun geçireceğine inanması. sondan bi önce köye gittiğimde, bana ördüğü siyah yelek, kocaman olan anneme bile büyük gelen o siyah yelek. annanem yok, babanem daha önce bırakıp gitti. şimdi beni dualarıyla iyileştirebileceğine inanan, sırtım üşümesin diye bana yelek ören, yumuşak ve çocukluğum gibi kokan son insan da gidiyor hayatımdan. çok mutsuzum.
Salı, Ekim 22, 2002
bi de şeyi merak ettim tam şu anda. acaba ben böle ifşa edinc şurdan okuyan var, burdan bulan var diye, okuyan insannar gerilio mu? gerilio musunus? hayır canım ne alakası var. nye gerilelim. kim olduğumuzu bilmiosun ki. hem bilsen nolur ki. gerilmiosunuz yani? hayır katiyen. dışın dışın. ölün o zaman. peki.
lemony snicket yada talihsiz olaylar dizisini arayanlar beni buluolar. ama annamadıım şey şu, ben de aradım geçen google da. aradım alenen. sayfalarca sonuç çıktı. çot çot baktım en az 30 sayfaya ben yokum? yani 180 inci sayfada varsam bakmadım ama yani bu insannar beni nası hemen buluolar bakın işte bu çok ilginç. acaba tanrısal bir ıyunla insanların başına gelen talihsiz olay olmak üzere mi görevlendirildim. belki de bu blogın ve varlığımın amacı, insanlara talihsiz mesajlar vermek. belki de ben meryem anayım. ya da ben ben belkide son peygamberşim. evet !!! sonunda hayat amacımı buldum. tanrıyım olm ben. alenen ortada işte. nerden baksan tanrıyım be. heyt bee. yiieeeeeeyyyttttttttt! var mı bana yan bakan! tanrıyım, çarparım!
yeni bloglar açılıyor. her gün yeni bi dost eklenior aramıza mirim. ne kadar hoş değil mi? hoş elbette. bir de kelebek diyebileğim bir sevgilim olsa hayat bayram olsa. olmaz öyle şey hüsnü can. hüsnü can çarparım. neymiş biri asabiymiş sitelerin öbürü unutkan mış. memento yapsaymış daha güsel olcak mış. neymiş. uyus avşar. evet? EVET!
Pazartesi, Ekim 21, 2002
uykum var benim. saat on bile diil. sıkıcıyım bu günlerde. mızmızım. bu gün uzun zaman sonra bütün derslerime girdim. gandhi nin karısıyla ,lgili bi sergiyi düenleme görevi aldım. bazen acaba tarih mi okumalıydım diyorum. ya da başka bişi. başka biri ya da başka herhangi bişi olmak istiorum kendimden başka. varlığımdan başka bi varlığa dönüşmek istiyorum. sıkıcıyım çok.
Perşembe, Ekim 17, 2002
bizim ofis genelde dışardan daha serin oluyo. kavurucu yaz günlerimi burada geçirdiğim için çok mutluydum. ama şimdi havalar soğudu ve üşüyorum. aslında bunu seviyorum. üşümeyi, üşüyüp giyinince mayışmayı, battaniyeye sarınıp kestirmeyi, yağmurda ıslanmayı, bere takmayı, havanın depresyon rengini, kış yalnızlığını, kahve içmeyi kalorifere yapışıp, burnumun üşümesini ve ellerimi birbirine sürtüp sonra elimle burnumu örterek burnumu ısıtmayı, atkılarımı, berelerimi, şallarımı, örgü örmeyi, her sene bi de burunluk örsem iyi olucak diye geyik yapmayı. kış geliyor! evet. güzel bişi bu.
Çarşamba, Ekim 16, 2002
Pazar, Ekim 13, 2002
pazar günleri neden bende depresif atak yaratıyor? özellikle de güneşlilerse. saat 6 dan 7 ye kadar yapıcak ii bişi bulamassam kesin depreşiorum. cnbc-e dizilerinin ara verdii saat yani. daralıorum delice. nete sarıorum sona. ama mesela bu gün onu da yabamadım abim vardı bilgisayarda nefret ettim hayattan.
Cuma, Ekim 11, 2002
geçen sene alıp nefret ettiğim desenli çorapları nedense bu sene çok sevdim. bak gene giydim işte. niyeki şimdi benim zevkim mi değişti yani? yani ben işe başlayınca birden böyle şeylerden hoşlanır mı oldum? dün liseden bi arkadaşımı gördüm. çiğdem die. siyah bi pantolon ceket takım giymişti. ayaanda sivri burunlu topuklu pabuçlar vardı ve içinde de ince çorap görünüordu. bankacı olmuş. oyak bankta çalışıomuş. ben de işten çıkmıştım. bende de kot pantolon, çin işi bi bluz kafamda fular, ayaamda da adidaslar vardı. üzüldüm çiğdem için. ama baktım o da bana üzülüo vah vaah die. sonra işte ben memnunmusun peki hayatından dedim. evet dedi küçüklüümden beri hep iş kadını olmanın hayalini kurardım dedi. sen dedi? ben de küçüklüğümden beri hep özgür olabiliceem bi iş yapmanın hayalini kurardım sanırım dedim, yani o zaman bu tanımlamayı yapamazdım ama his buydu dedim. ikimizde anlamadık birbirimizi kesinlikle anlamadık ama. sonra anlamış gibi yabdık, acıdık gene birbirimize ve ortamdan ayrıldık.
gandhi terazi burcuymuş. huzur istiomuş hayatında, işi o kadar abartmışki, pasifizme varmış olay. sanırım benim şu, hayatımda huzur istiyorum, efendime söliim, iniş çıkış olmasın, ööle dursun huzur olsun başka da bi halt olmasın isteim, tamamen terazi burcunun üzerimdeki etkisinden kaynaklanıo. ay burcum terazi ya. balık burcumun pesimistlii onu haklısın abi yaaa, zaten ii bi halt olucaa yok, olsa olsa kötü bişiler olur, boşver hiç bişi olmasın daa ii die onu desteklio. tabiki uyuzluk yapan kısım ikizler olan yükselen burcum. önce onnara haklısınız yaa dio, sona dengesiz ya illa bi fitne fücur çıkarıcak, tak atlıo gene bi olayların içine. hafdi bakalım buyur burdan yak! burcunun burnu boktan kurtulmuo sonuç olarak. karga ya benzer bişeye dönüştüm. nerde iki ucu boklu deynek işler orda ben. nerde çokluk orda bokluk. aklınıza gelen bok içerikli diğer atasözlerimizi de okuduğunuzu farzetmenizi diler deli gönlüm.
bi sürü abuk subuk kabus gördüm gece. bu aralar nedense hep kabus görüorum. böle uykudan, boğulmak üzere olan birinin, sudan kafasını çıkartması gibi canhıraş bir şekilde uyanıyorum. biri olsun istiyorum yanımda, beni sakinleştirecek ama kimse yok, herkes uyuyo oluo doğal olarak gecenin köründe. dün gece rüyamda sonsuza dek kalmak üzere zorla almanya ya gidiyordum. tabi daha dehşetengiz kısımları vardı rüyanın ama onlar çok fazla kişisel tarihimle ilgililer. demek neymiş? olmaz mış.
Perşembe, Ekim 10, 2002
bu search wordsle siteye gelenleri görmeye bayılıorum. birisi teyzem aratmıştı, bi tane yeliz aratan vardı, bi de bi tane sponsorluk teklifleri aratan vardı. bunların sonuncusu bu gün gerçekleşmiş, aranan sözcük: abuk subuk şeyler. sanırım uygun bi arama sözcüğü bu sayfayı bulmak için. sevdim ben çok.
Çarşamba, Ekim 09, 2002
bu gün düşündümde, acıyı yazmak kolay ama mutluluğu zor. tam tersine acıyı görüntülemek daha zor mutluluğu kolay gibi geliyor. fiziksel acıdan bahsetmiyorum. yani tabi tamamen bana ait bi düşünce. ama acıyı içerde yaşamayı seviyoruz. dışarı göstermemeyi seviyoruz. kendi kapalı kapılarımızın ardında seviyoruz acımızı. acımızı onunla ve bi parça kağıtla beraberken seviyoruz ama yanımızda acımızı görebilecek birileri varken yokmuş gibi davranıyoruz acımıza, acımızı görmezden geliyoruz. acımızı bize acımak için kullanmalarından korkarak saklıyoruz. mutluluğumuzu saçıyoruz oysa. mutlu olduğumuzu görsün herkes ve mutluluğumuzla ne kadar şanslı olduğumuzu bilsinler istiyoruz. bunun bahşedilmiş bişey olduğunu biliyoruz. yalnızken mutluluk o kadar da sarsmıyor bizi. gülümzeyişimizi başkalarına sunmak için kullanıyoruz. odaya kapanıp aptal aptal sırıtmak için değil. peki ne diye anlattım şimdi bunları? öylesine işte.
evden çıktığımda gergindim. yürüdüm. yağmur çiseliyordu. berem vardı başımda. ananemin şalı vardı boynumda. teşvikiyeye geldiğimde daha sakindim. ama caminin önünden geçerken huzursuzlandım yeniden. yemek diye bi lokantaya girdim. tavuklu salata söyledim. bi de diyet kola. onları yerken, kitap okudum. kitap çok güzeldi. yemek bitti ama ben kitabı ve koltuğu ve bulunduğum yerde edindiğim huzuru bırakıp gitmek istemiyordum. tam hesabı ödeyip kalkmaya hazırlandığım sırada, yağmur yağmaya başladı deli gibi. bi kahve istedim, üstümü çıkardım ve koltuğa döndüm yeniden. kitaba döndüm. kitap yumuşak bir battaniyenin ürpertiyi silmeis gibi huzursuzluğumu sildi. beni en çok meraklandıran yerinde kitabı bıraktım ve yokuş aşağı yürümek üzere çıktım lokantadan. merakımın cevabı, direncimin ödülü olacaktı.
işe geri döndüm. kitap okumaya geri döndüm. okula geri döndüm. hayatıma geri döndüm. dün efsunla telefonda konuştum mesela. ve iyi hissettim kendimi onun sesini duyunca, çok mutlu etti beni. annem geldi dün gece. babam geldi. bana bi sürü güzel hediye de geldi beraberinde. sabah kalktıımızda, kızlarım da gelmişti. mutluyum. biraz huzursuz ama mutluyum. ya da mutlucayım demek daha doğru. zamanla sakinleşir ve huzuruma da kavuşurum diye umuyorum. ufka depresyonumu, bir kaç kişinin güvenini sarsarak da olsa atlattım. telafi edilemeyecek bir kayıp değil. bir de şu okul işlerini halletsem.
Salı, Ekim 08, 2002
Pazartesi, Ekim 07, 2002
muma gittik cumartesi sabah. o kadar zevkli ki!!! iki tane mum yaptım. biri bordo düz bööle kare şeklinde, öbürü beyazdan başlıo laciverte gidio üç aşamada, beyazın üstünde mavi pullar var, yuvarlak bi mum. mum yapmak zahmetli bişi, erit merit uğraş, ama çok zevkli. bu daha ilk dersti. dört hafta temel mum seminerleri sürüo. ileri muma da gitmek istiyorum daha şimdiden. çok zevkli!
Pazar, Ekim 06, 2002
bi daraldım gene ben. hep böle oluo. bi anda daraltıorum kendimi. bu ara genel bi huysuzluk bezginlik ve mızmızlık var üstümde. hiç bi şeyden memnun olmuyorum. neşeli de değilim. durgunum. konuşasım yok. iletişim kurmaya çabalamaktan çok yoruluyorum. niye böyleyim bilmiyorum. bilsem herşey daha kolay olucak mı? onu da sanmıyorum aslında. ne istediğim bilsem belki o zaman değişir bişiler.
Cuma, Ekim 04, 2002
Perşembe, Ekim 03, 2002
Salı, Ekim 01, 2002
yağmurlu ve soğuk bu gn hava. ekimin ilk gününe yaraşır bi güzellikte. omlet yapıcam kendime az sonra ve leziz olucak. 2 kişi aradı dmein açmaıdm telefonlarını. birinin kişm olduğunu biliyorum müzikten, diğerini bilmiyorum. bakmadım bile. ben de ekim ayına yaraşır bir kendi kendinelik içindeyim. evimde yatıp bütün gün kitap okumak istiyorum. kahve içmek istiyorum. yağmur yağsın ben seyrediim istiyorum.
Cumartesi, Eylül 28, 2002
penne yabdim kendime. sade. yagladim sadece. ketçap döktüm üstüne. peynir var tabiki. kola içiorum ama kola bi kötü anlamadim. bilgisayar basinda yiorum yemegimi. oturup tek basina sadece yemek yemekten hoslanmiorum. yaninda bisiler yapmaliyim ya da yanimda birileri olmali. televisyon olmali, okumaliyim ya da. gazete dergi, bisiler.
hayatımda onun için endişelenmemi gerektirecek kadar yakınımda kimse olmasaydı hayatım çok aha kolay ve huzurlu olmaz mıydı? en olsaydım. arasıra görüşüp geyik yapılacak tanıdıklarım olsaydı sadece. kimsenin hayatını kendi hayatıma yakın bir derecede bilmeseydim ve kimse de benimkini bilmeseydi. tek olsaydım ve her şey çok kolay olsaydı.
Cuma, Eylül 27, 2002
Partneriniz İçin Yorum DELİ
Deli'nin temsil ettiği kimse unutulmaz, çizgi dışı ve asidir. Sosyal ve kültürel geçmişi sizinkinden çok farklı olduğu için, ilişki karşılıklı özveri gerektirir. Çoğunlukla, Deli sizden çok yaşlı veya çok genç bir partnere delalettir. Farklılıklar her ne olursa olsun, bu kişi sizin gözlerinizi açabilir, size hayal edemeyeceğiniz kadar geniş bir dünya sunabilir. Bu insanla ilişkiniz sonucu tüm fikirleriniz çok ciddi bir sarsıntıya uğrayabilir. Bilgiye olan açlığın yanısıra yaşama olan susanışlığı da açıktır; bu da onun çok iyi bir partner olacağını gösterir. Bu insan eğlenceyi ve sizi güldürmeyi sevdiği için, birlikte aşkın oyunbaz yönünü keşfedeceksiniz. Çok düzenli bir işi olmayabilir ama size eğlenceli hediyeler almak ya da yaratıcı sürprizlerle karşınıza çıkmak için yeterli parayı genellikle bulur.
gene gdip işsiz güçsüz bi manyak mı bulucam beee ühühüh
Deli'nin temsil ettiği kimse unutulmaz, çizgi dışı ve asidir. Sosyal ve kültürel geçmişi sizinkinden çok farklı olduğu için, ilişki karşılıklı özveri gerektirir. Çoğunlukla, Deli sizden çok yaşlı veya çok genç bir partnere delalettir. Farklılıklar her ne olursa olsun, bu kişi sizin gözlerinizi açabilir, size hayal edemeyeceğiniz kadar geniş bir dünya sunabilir. Bu insanla ilişkiniz sonucu tüm fikirleriniz çok ciddi bir sarsıntıya uğrayabilir. Bilgiye olan açlığın yanısıra yaşama olan susanışlığı da açıktır; bu da onun çok iyi bir partner olacağını gösterir. Bu insan eğlenceyi ve sizi güldürmeyi sevdiği için, birlikte aşkın oyunbaz yönünü keşfedeceksiniz. Çok düzenli bir işi olmayabilir ama size eğlenceli hediyeler almak ya da yaratıcı sürprizlerle karşınıza çıkmak için yeterli parayı genellikle bulur.
gene gdip işsiz güçsüz bi manyak mı bulucam beee ühühüh
Sizin İçin Yorum AŞIKLAR
Bu kart çıkmış ise hayatınızda ilginç bir noktaya gelmişsiniz demektir. Aşk, evlilik ve romantizm kafanızı meşgul ediyor. Düşlerinizi yakın bir gelecekte gerçekleşmiş görmeniz, bu kartın gücüne bağlıdır. Bütün kartlarda olduğu gibi, ancak çok daha derin bir anlam söz konusu. Denge, burada anahtar kelimedir. Çünkü bu kart hem kadın hem erkek güçlerini ifade ediyor. Ne aşırı derecede saldırgansınız, ne de tehlikeli bir biçimde pasif: bu hem aşk yaşantınız, hem de planladığınız yaratıcı çalışmalar için geçerli. Eğer bir ilişki konusunda bocalıyorsanız, Aşıklar size burada kurallar kitabını bir kenara atmanızı söylüyor. Şu anda rol yapmaya hiç gerek yok, kendinizi herhangi bir şekilde ifade etmekte serbestsiniz. Bu örnek olarak, "ekmeği kazanan" bir kadın, "ev işi yapan" bir erkek ya da farklı kültürlerden gelme bir çift için söz konusu olabilir. Şu anda geleneksel bakış açılarına hayatınızda yer yok. İçgüdüleriniz sizi doğru yönlendiriyor, buna güvenin. Sevecen, canlı ve istekli bir havada olduğunuza hiç şüphe yok. Yaşantınızda tüm bakış açınızı ve yönünüzü etkileyecek bir karar alma noktasında da olabilirsiniz.
Bu kart çıkmış ise hayatınızda ilginç bir noktaya gelmişsiniz demektir. Aşk, evlilik ve romantizm kafanızı meşgul ediyor. Düşlerinizi yakın bir gelecekte gerçekleşmiş görmeniz, bu kartın gücüne bağlıdır. Bütün kartlarda olduğu gibi, ancak çok daha derin bir anlam söz konusu. Denge, burada anahtar kelimedir. Çünkü bu kart hem kadın hem erkek güçlerini ifade ediyor. Ne aşırı derecede saldırgansınız, ne de tehlikeli bir biçimde pasif: bu hem aşk yaşantınız, hem de planladığınız yaratıcı çalışmalar için geçerli. Eğer bir ilişki konusunda bocalıyorsanız, Aşıklar size burada kurallar kitabını bir kenara atmanızı söylüyor. Şu anda rol yapmaya hiç gerek yok, kendinizi herhangi bir şekilde ifade etmekte serbestsiniz. Bu örnek olarak, "ekmeği kazanan" bir kadın, "ev işi yapan" bir erkek ya da farklı kültürlerden gelme bir çift için söz konusu olabilir. Şu anda geleneksel bakış açılarına hayatınızda yer yok. İçgüdüleriniz sizi doğru yönlendiriyor, buna güvenin. Sevecen, canlı ve istekli bir havada olduğunuza hiç şüphe yok. Yaşantınızda tüm bakış açınızı ve yönünüzü etkileyecek bir karar alma noktasında da olabilirsiniz.
sanırım antik yunanca yı bırakmak zorunda kalıcam. çünkü öbür iki ders yarım saat çakışıo sadece ama antik yunanca aynı yerde üç saat boyunca var ve hepsiyle ve üstelik bir başka dersle de aynı anda çakışmayı başarıyor. yerine mitoloji ya da barok sanat tarihi almak istiorum. gidip hocaların peşinde dolanmam gerek. ama benim haleti ruhiyemde ve sıkılma kapasitemde biri için çok zor bu. ama yapmalıyım. yoksa mezun olmam imkansız kredim yetmio. üfff. antik yunanca yaktın beni.
Perşembe, Eylül 26, 2002
Çarşamba, Eylül 25, 2002
Salı, Eylül 24, 2002
hocayla ders konuşmaya gittim. adın neydi dedi. burcu dedim. burcu kaya mı dedi. evet dedim. ah sen benim şu bi görünüp bi kaybolan öğrencimsin dedi. öyle miyim dedim. evet dedi. efsane oldun dedi. dönem başında derslere gelip kendini gösteriosun saalam bi ödev veriosun. sonra birden bire ortadan kayboluosun ve bi daha ne herhangi bi derse ne de herhangi bi sınava geliosun dedi. efsanesi oldun bölümün dedi. kadının her dersini ikinci kere de geçtim gerçekten. sıkıldım ve girmedim çünkü hiç bi ikinci sınavına dersi ilk alışımda. ve ilk seferlerde gerçekten de başta aa lık ödevler verdim. derslerini de seviyordum üstelik. ama sıkıntı işte. hükmediyor bana.
güzel bi sesim olsun ya da güzel resim yapabiliim isterdim çok. ama ikisini de yapamıyorum. gerçi feci soyut şeyler yapabiliorum resimde, wolf, resim hocam, sevio resimlerini. I like the strong feelings in your paintings dio bana. bazen de why? why do you feel like that, there is a deep sorrow in you dio. o zamanlar kötü hissediorum kendimi. ya da şey dio, all these colors you prefer to you use, all these figures... youu seem to be an introvert person to me but these thing you use changed my mind dio. nie dio ki adam bana bunnarı? yani sonuçta bişi çizmiorum ben. boyuorum tam anlamıyla. renkleri alıorum ve birleştiriorum içime göre. ama adam saatlerce annatıo bana şöle de yabıosun böle de yabıosun die. hayır bi de adamın özgeçmiş komik. irlandalı bi adam. okulun amerikan futbolu takımının koçu. bi de üstüne üstülük painting hocası. yani anlamsız. o zaman ne o ööle sorrow falan diip masum genç kızlarımızın kafasını bulandırıo? namusumuza uzatılmış hain bir dil, ve hatta eldir bu!
işe geldiim. dün okulum başladı. ev iş okul yorucu olucak gibi. yani abim muhteşem bi dağıtma uzmanı çünkü. evin altını üstüne getirmekte, alakasız yerlere bira dökmekte ve çamaşır fırlatmakta üstüne yok. yardım da etmio. ama garip bi şekilde memnunum bu durumdan. klasik, başımı kaşıyacak vaktim yok, tanrım ne kadar da yararlı ve gerekli bir insanım sendromu. ben işte.
Cumartesi, Eylül 21, 2002
saatte 2 olmuş. gidip pijamalarımı çıkartsam mesela. üstüme doru dürüz bişiler giysem. misafir gelicek ne de olsa. ama pijamalarım da güsel. böle mor altı uzun bacaklı. üstü eflatun mor beyaz çiçekleri var böle minik. beyaz çiçekler daha büük böle. kolları uzun. annem dagi den almış. fena diiller. ama ben en çok bordo saten pijamalarımı, yeşil ayılı pijamalarımı ve nil in balıklı pijamalarını seviyorum. önceden eflatun kedili pijamalarımı da seviodum ama onnar çok büük gelio. bi de yelizden kalma , ağzı yüzü bi tarafa kamyış böle uzuncana tişört gibi gecelik ver onu severim ama o yani ölmek üzere. aa bi de stella teyzenin aldıı sarı uzun gecelii seviorum. onu giyince içimden mavi kalın bööle yün örgü çoraplarımı giyip, elime sıcak çikolata alıp koltua kıvrılıp kitpa okuyasım gelio. ne kadar amerikan filmi sahnesi hehehe. demek neymiş? pijama bir sanatmış!
yahu şarkının sözlerini bilmeden alıntı yabmak da hoş olmuormuş. eski bi şarkı bu candan erçetin kavır yabmış. işte aşkımız lekesiz olmalıydı üzgünüm olanlar için felam dio. böle kadın hafif salak, yani sözlerdeki diorum. yane lekesiz olsun diosun. demekki terkediosun. ama o zaman ne tutsun adam seni, işi gücü yok seni mi tutcak, sen git adama lekeli de, sona tut sev okşa de. ben olsam tutmam, ne tutucam be. seni tutucam. sen bana pis de, kokuosun ben temiz istiom de, sona ben seni tutiim. ba ba ba ba! işe bak. bende bulsam öle sefgili her durumda tutcak okşıycak ben de yabarım nazımı, alırım aklını. ama yok öle sefgili. uyan kızım uyan! töbe töbe seni bana sayıyla mı verdiler annamıom ki ben.
ne komik beninm teyzem yaaa. böle kendi çapında bi dünya kadın. ailenin dengesizleri bu özelliklerini ondan almışlar. dengesiz tavırlarda hemen al işte minnoşun yeeni die sölenir. kadın feci hızlı yaşamış böle zamanında muhterem nurların felan kankasıymış, feci komik artizlerle resimleri felam var. sona aşık olmuş işte. o da öküz bi herif hala beraberler 40 senedir ama olsun. kavga ederlerken camdan düşmüş bi bacaa topal kalmış. o zamandan sona eve kapanmış, eski bakımlı ve muhteşem haliyle alakası yok. ben ilk o dönemlere ait fotoğrafları görünce inanmamıştım teyzem olduna, beyaz ten, kızıl saçlar, makyj giyim kuaşm. şimdi alakası yok. aşk insana neler yapabilio. daha mutlu olabilirdi sanırım. ama sorduum zaman tek pişmanlıının bi çocuk yapmamak olduunu sölüo. sanırım aşkı seçmek, ödediği bedele rağmen, onun için doğru bi seçimdi. dengesizlik evet ama sanırım o deli cesaretini tamamen ondan almamışım. yapıyorum yapmasına ama yaparken tırsak yapıorum, ödeyebileceğim bedeller hep aklımda oluo. ama zamanla geçer belki de. geçmese napalım ben böleeiimm.
ne çabuk değişebiliyor modum. hrip teyze geldi. kahve içtik. şimdi sezgi ve nil gelicekler. yemek yiyip dedikodu yapıp erkekleri lanetliyces. sona muhtemelen gece hayatına akıcas. yani. ben böle dengesiz ve fevri bişiyim işte. beni böle kabul etmek lazım. muhteşemim ben ya. böle saam solum belli diil. aptal ediorum kendimi. muujk bana!
Perşembe, Eylül 19, 2002
bazen kendimi çok eciş bücüş ve çirkin hissediyorum. bazen de dehşetle güzel. bu günlerde birinci safhadayım. bakımsızlıktan ölüyor gibiyim. dün kendime yüz maskesi, ayak maskesi (nil in tavsiyesi) ve o kadar işte bunları aldım. evde saç bakım bıdısı vardı zaten. şimdi eve gidince akşam, bakıcam kendime, yüzüme maske yapıp ütü yapıcam, sonra yıkanıcam.
Çarşamba, Eylül 18, 2002
gene gittiler hastaneye. ben gene evde kaldım. gene telefon bekliorum. kötü haber bekliyorum. haber hiç bir zaman tam olarak iyi olumuor böyle zamanlarda. hep bi parçan geride kalıyor. o bekleyiş içinde hep bi şeylerin eskimesine ve yitmesine sebep oluyor. bi daha hiç aynı olamıyosun. biliyosun ki, her an herkes gidebilir, her an herşey kötüye gidebilir. ve sen hiç bi şey yapamassın. sadece beklersin. evde oturup birinin sana haber vermesini beklersin. durursun. ve beklersin. oyalamaya çalışırsın kendini ama boşunadır. kulağın hep telefondadır.ve o çalmaz. çalmasın istersin bi yanınla. kimse sana kötü bişi sölemesin istersin. ne kadar uzun sürerse oysa çalması, haber o kadar kötü olur, onu da bilirsin içinde ama kabul edemessin. inatla beklersin, gelecek hakkında herhangi bişi düşünmeye korkarak. korkarsın. korkuyorum.
bide annem hastaydı çok, şehriye çorbası vardı evde domatesli, onu ısıtıp götürmüştüm ona ama yani 1. sınıf falanım, yemek hikayesinde de öyle, işte annem çorbayı içip çok sevinmişti, sonra çorbanın tenceresini yıkamıştım, anneme göstermiştim gidip, annem zaten hasta duygusal, ağlamıştı, kızım büyümüş de bana bakıyo die. bende ağlamıştım korkup annem niye ağlıo diye. ilk bulaşıım oydu. bide bi gece 2 sınıfta falanken babama kahve yapmıştım babama, teyzem yardım etmişti. taşırmışmıydım ne çok az telvesi vardı babam böel oh oh amanda ne güsel die abartarak şapırdatarak falan içmişti kahveyi. ben de çok mutlu olmuştum. eski evde yemek odasında masada bişiler yabıodu, kıştı. 3 tane açık kahverengi toptan oluşan böle çok güsel bi lamba sarkıodu masanın üstüne, nefiz bi ışık vardı. tam kış gecesi masal evi ışığı. sıcak ve huzurlu. sona babam kucağına alıp böle sıkmıştı beni gıdıklamıştı falan. ne kadar mutlu ve güzeldi.
ilk yağtığım yemeğ,i hatırladım. pazar günüydü. annemle babam bi yere gitmişlerdi abim le ben vardık evde. o içerde tv seyrediodu. ben feci acıkmıştım. yumurta yapmaya karar verdim kendime. ufak bi sahan vardı, annem onu sonadan yazlıa götürdü, ona yağ koydum sona yumurtaları koyucaktım ama yağ böyle kahverengi falan oldu anlamadım annem yapınca öle olmuodu falan die düşünürken, annemler geldi. terayğ koymuşum sahana, sonra yakmışım yağı. annem kızıcak sanmıştım. kızmadı hiç. çok hoşuna gitmişti, kendi başımın çaresine bakmaya çabalıo olmam. böle böle öreniceksin demişti.
önce gidip alışveriş yabdım. bi kilo patlıcan (kızartmalık), bi kilo barbunya (ayıklayınca azıcık kaldı), b, kilo ayşe kadın (ki onu pişirdim), bi kilo soan ve sona da salata ve kıyma. eve gelip ayşe kadını hazırlayıp ateşe koydum. o olurken barbunyaları ayıkladım ve patlıcanları soyup tuzlu suya koydum. şimdi sorun şuydu ki ayşe kadın suyunu hemen çekti. napıcamı şaşırıp nil i arayıp memiden taktik aldım ve yemeğe kaynar su ekledim ama fasulyeler hala olmaya çok uzaklardı. nese tekrar su ekledim, tekrar su ekledim. sona babam baktı, pişmiş bunnar dedi. baktım ki yani 3 su dökme öncekiyle aynı durumdalar. salak ben annayamamışım piştiini boşu boşuna aç aç beklettim insanları. ama güsel oldu sonunda ikisi de çok beendi. babam hasta olmasa daha fazla tezahürat yapardı aslında. hasta ama karnı hala şiş. ne olduu da belli diil. az önce tekrar hastaneye gidiceklerdi sona babam istemedi. meraklanıorum ve telaşlanıorum. belki ikimizde pek göstermiyoruz birbirimize ama ben babamı çok seviyorum. yani öle böle diil. küçükken babamın kokusu olmadan uyuyamıyorum die, onun kazağıyla yatardım. zaten bütün çocuklar anneeee die ağlarlarken ben babaaaaa die ağlıyomuşum. annem zaten gitti. onu zaten özledim. şimdi cuma da babam gidio. yani bi yanda böle hoş tabi ama özliycem hem, hem de aklım kalıcak ya sağlığı kötüleşirse diye. umarım bişi olmaz.
sona işte bi sürü uraştım gene okulda falan arada hocalar öğle tatilindeyken arka bahçede yastıklara delice yayılıp cafe latte içtik, deniz karşıda, gök üstte yeşil etrafta huzur içinde. sonra bitince parçalanan ayakkabılarımın yerine yenilerini aldım. artık çok güzel böle morumsu böle bi garip adidas original larım var. sonra eve gelip yemek yabdım. ama bu bi macera o yüzden ayrı bi post da anlatılmalı.
bu gün bi deişik bi gündü. sabah çok zor kalktım hasta gibiydim böle. sona okulu aradım nihayet anlaşılmış, gerizekalı 250 bin lira borcum varmış. gittim onu ödedim. sona ders seçtim ama komik oldu. antik yunanca falan alıorum. bırakabilirim. ama bırakmayabilirim de tabii. ben dil öğrenmeyi seviyorum. ve aslında düşünürsek ölü bir dil öğrenmek karakterime hiç de ters düşmez.
Pazartesi, Eylül 16, 2002
Cumartesi, Eylül 07, 2002
Perşembe, Eylül 05, 2002
aynı sene mart ayında doom günümden 1 hafta önce yayam öldü. bi gece yağmur yağıyodu. dedem geldi koşarak babama maman hastalandı dedi. apar topar hastaneye kaldırdılar. beyin kanaması geçirmiş. yayam yoğun bakımda kaldıı sürece yağmur yağdı. öldüğü gün güneş açtı. yayamı hastanede hiç ziyaret edemedim. 4 sııftaydım kursa gidiodum fkm ye. cuma gecesi öldü. herkes aptal oldu. dedemlerde oturuoduk annem aradı hastaneden. ben babamın kucaanda oturuodum. babamı telefona çaardılar. babam konuştu. sona yanıma geldi. oda kalabalıktı bayaa. yayama çok düşkündüm ben. benim yanıma geldi ve bana yayamı kaybettiimizi söledi. oda da herkes şok geçirdi. sona hep beraber gittiler hastaneye. ben eve koştum. evde teyzem vardı. yataan üstünde aalamaya başladım. teyzem saatlerce saçlarımı okşadı beni sakinleştirmeye çalıştı. uyuykaldım. ertesi gün kursa gitmedim. sabahçıydım. öğlen 3 gibi farkettiler beni. aa sen kursa da gidemedim. aa burcu burda die.
eniştem öldüğünde 9 yaşındaydım. 1989 senesinde 31 aralıkta öldü. daha dorusu 88 i 89 a bağlayan gece. babam yelizle ben eski evdeki odamda yer yataanda yatarken sölemişti. babam gelmeden önce yeliz bana çocuklaırn nasıl olduğunu anlatıodu. tam bitirmiştiki babam odaya girdi. yasak bişilerden konuşuo olmanın bilinciyle korktuk. sonra babam yelize sarıldı bi koluylada bana, ve yelize babasının öldüğünü söyledi. sonradan hep merak ettim acaba yeliz daha sonra babama karşı ne hissetti diye. aptal olmuştuk. babam yelizi alıp götürdü annesinin yanına. ben tek başıma kaldım karanlık odada. napıcamı bilemeden. ilk defa bu kadar yakın birini kaybediodum. ağladım biraz. şey diye düşündüüm hatırlıorum, biz onları konuştuumuz için oldu bu. allah baba cezalanadırdı bizi. çocuk yapıldıını örendiim gün ölümüde birinci elden örendim.
ilk okuldaydık. abim roxette in kasetini almıştı ama ben ondan çok seviodum. look sharp! dı kasetin adı. avşaya gidioduk. yolda sürekli onları dinnemiştim. babam vapuru yedi yaşın altındayım die kazıklıycaa için, bi ara elimdeki kitabı bırakmak zorunda kalmıştım biletler bakılırken. zaten küçük gösteriodum. yanaklaırm topluydu ama cılızdım çok. 4. sınıfta şiştim. vapurun kıç tarafında oturoduk. böle geniş çay bahçesi sandalyesine benzien kollu tahta sandalyeler vardı. oraya kıvrılmıştım. yatar gibi. sııyodum yani o kadar ufak tefekmişim demek. üstüme fosfrolu pembe , üzerinde tam göğüs kısmında beyaz çizgileri olan hışır hışır kumaştan bi montum vardı, paskalyada almıştık, abimde de mavisi vardı biraz daha deişik, onu örtmüşlerdi.kulaamda walkmanim vardı. kırmızydı. babam abime siyah bana kırmızı almıştı walkmani. hoparlörleri bile vardı -ki hala yazlıkta duruo o hoparlörler. böle komik turuncu süngeri olan kulaklıkları vardı. listen to your heart çalıodu. deniz arkamızda akıodu güneş böle batmak üzereydi . çok güzeldi. bi kere de eniştemle giderken avşaya eniştem yelizle beni gemide dolaştırıodu. bi ara böle kenarda bi yerden denizi seyredioduk. yunuslar!! 4 taneydi galiba. gemyile beraber gidiolardı. suda bata çıka. o kadar güzellerdiki. gümüş rengi parlıolardı ışıkta. muhteşemlerdi. o günlere dair herşey altın bir yaldızın arkasından hatırlanıyor bende. mutlu bir çocukluk geçirdim çoğunlukla. kendime ait çok büyük bi dünyada yaşadım çocukluğum boyunca. şimdi de öyle aslında. kendi dünyamı gerçek dünyadan daha çok sevdim hep.
tuçeyle sürekli simit ve karper yedik geçen yaz. abuk yerlere giderken yanımıza simit karper alıoduk. bi keresinde limonlu bahçeye gitmiştik. gene simit ve karper alıp. yemee 300 bin verip bi kolaya 5 milyon vermiştik. baya da bi oturmuştuk orda. rahat koltukları pufları hamakları felam var ne de olsa. o gün bişeye canım sıkkındı. tuçe beni sevindirsin die tuvalete gidio gbi yapıp bana çikolatalı turti almıştı. aynı gün limonlu bahçenin karşısında bi atölyenin zilini çalıp kaçmıştık. bi kere de ben yıkılmışken beni hani aznavurun yanındaki girişten girilen saklı bölge var bi tane çaycı falan var içinde, oraya götürmüştü zorla. sona komik nazar boncuklu küpeler almıştık. manita bulana kadar takıcaz die. taktık da çounlukla. komik olan ikimizinde bulduu manitanın aynı adam olmasıydı.
her gün aynı saatlerde burdan geçen bi simitçi var. erken geldiysem mutlaka o adamdan simit alıorum. bu gün sesini duydum jaluzinin arkasından baktım benim simitçimi die. aaa o da ne. oda kaldırmış kafayı bizim pencereye bakmıo mu! mutlu oldum. gittim bi tane simit dedim adama. gevrek olucak dimi abla dedi. evet dedim gevrek gevrek sırıtarak. gevrek kelimesinin anlatması gereken şeyi anlatmadığını daha doğrusu o hissi vermediğini savunan mırnar mıydı. öle kalmış aklımda.
fazla saygılı taksi şoförlerinden rahatsız oluyorum. babam yaşında adamın bana sağa sapıcas burdan dediimde peki efendim, tabi efendim, siz nası isterseniz efendim demesine kıl oluyorum. kendimi burnu büyük ve ukala hissetmeme sebep oluyolar. yada 3 dakka sona ölücekmişimde birileri o yüzden böle davranıomuş gibi. öle olunca adam bana peki efendim dedikçe sesim cılızlaşıo, ıırrgghh mırrgghh hık mık burdan sağa dönüces mümkünse size zahmet olmazsa zahmet olucaksa dönmielim canım nolucek edirneye kadar yolu var bunun.
şu yukardaki blogları yazdıktan sonra içerde davetkar bir tavırla uzanmış duran yatağımın cazibesine kapılıp kendimi kollarına bırakıverdim. saat on du henüz. sonra annem giderken uyandım. öyle uykulu bakıyordum ki annem kıyamayıp sen gelme uyu dedi. cama çıktım arabayı beklerken onlar. hava çok güzeldi. tam mola yeri esintisi vardı havada. ve annem gidiyordu. abim arabayı getridi. arabada belinda carlisle la luna çalıodu. hazırlık şarkısı. hava , şarkı, yol. hepsi birleşti. bende cumartesi gidiyorum. ve sabırsızlanmama sebep oldu. tatil nasıl geçicek bilmiyorum ama yol çok güzel olucak eminim. yol boyu eski şarkılar dinleyip, soğuk mola yerlerinden huysuzlanıp, sevdiğim insanlarla doamtes çorbası içicem. güzel olucak. korkutucu.
Çarşamba, Eylül 04, 2002
8 yaşında falandım annem kasaba bide bakkala gönderdi. bi de manava uğrıycaktım. manava gittim. salata mı ne aldım. sona bakkala gittim. kasabın önünden geçip. kasapta yokuşun başında. ben indim yokuşu. eve doğru geldim bakkala girdim. bakkalda bi anda hatırladım kasaba gitmem gerektiğini ama uzak soğuk bi de eve gecikicem annem merak edicek kızıcak hay allah ben napıcam die düşünürken bi anda tam önümde makarnaların önünde bi kıyma paketi gördüm. nası mutlu oldum! birisinin o kıymayı oraya benim için bırakmış olduğundan bi an bi şüphe etmeden aldım kıymayı. masalda gibi hissetmiştim kendimi. kıymayı aldım eve gittim. 10 dakka sona falan annem bakkaldan bişi daha istedi ve bakkala gittim. bakkalda bi kadın bağırıodu. çocuk kıymayı unutmuş almış götürmüşler vicdansızlar die baırıodu. feci korktum söliemedim de ben almıştım die. eve gittim . sona ağlaya ağlaya uyumuşum. benim yüzümden çocuk dayak yedi. benim yüzümden aç kaldılar die. anneme de söyleyememiştim niye ağladığımı. o gün anlamıştım hayatın masal olmadığını.
iki tane tulumum var. biri pembe biri lacivert. pembe olanın düğmelerini değiştirip mora boyıycam. lacivertin düğmelerini sağlamlaştırdım. bide önündeki garip bişiler vardı onnarı söktüm. yazlıktan elbisemi de alırsam bi de kırmızı bikinimi tamir ettiririsem muhteşem olucak. kısmen. bi de içim raatlasa.
bu günlerde hep kaybettiğim insanlar aklımda. bi şarkıyı dinlerken, bi bluzu giydiğimde, şarap içip televizyon seyrederken birinin sevdiği bi çizgi film kahramanını gördüğümde, yolda yürürken bi sokaktan geçtiğimde, biri içlerinden birinin hep kullandığı bi lafı söylediğinde, bir bakışta, bir duruşta, bi sessizlikte, uzaktan parlayan saç tellerinde, uzaktan duyulan gülüşlerde.
nedimi özledim. onu çok özledim. bana kahveye gelişini, hep aynı bardağı isteyişini, beni alıp abuk subuk yerlere götürmesini, zeytinburnunda, saray burnunda, okulda gezmeyi, onun rokfor yiyişini görmeyi, ona psikolojik testler yabmayı, ben, ortaköyden almasını, odasını, mutfağındaki sandalyeyi, bana yemek tariflerim için indeks yabmak için delirmesini, sabahın 5 inde attıı mesajları, abuk subuk saatlerde aramasını, bilgisayar oyunlarına dalıp gecikmesini, ben sallaam dimi diye hayıflanmasını, kızıl saç kızıl saç diye homurdanmasını, en alakasız zamanlarda en abuk konular hakkında telefonlar almasını, bana bakışını, duruşunu, gülüşünü, kokusunu, onu çok özledim.
nedimi özledim. onu çok özledim. bana kahveye gelişini, hep aynı bardağı isteyişini, beni alıp abuk subuk yerlere götürmesini, zeytinburnunda, saray burnunda, okulda gezmeyi, onun rokfor yiyişini görmeyi, ona psikolojik testler yabmayı, ben, ortaköyden almasını, odasını, mutfağındaki sandalyeyi, bana yemek tariflerim için indeks yabmak için delirmesini, sabahın 5 inde attıı mesajları, abuk subuk saatlerde aramasını, bilgisayar oyunlarına dalıp gecikmesini, ben sallaam dimi diye hayıflanmasını, kızıl saç kızıl saç diye homurdanmasını, en alakasız zamanlarda en abuk konular hakkında telefonlar almasını, bana bakışını, duruşunu, gülüşünü, kokusunu, onu çok özledim.
Salı, Eylül 03, 2002
Sizin İçin Yorum
Garip bir dalgınlığa gömülmüş hayalet gibi dolaşıyorsunuz. Esrarlı ve güzel olana duyduğunuz özlemle öylesine dolusunuz ki, günlük hayata ayak uydurmakta güçlük çekiyorsunuz. Yaşamınızın bir anlamı olması, duyduğunuz duygu ve heyecanlarınızın yoğunluğundan kaynaklanıyor. Sanki deri değiştiriyorsunuz ve bu acılı değişim kendinizi harika hissetmenize sebep oluyor. Bu çocukça duygulanımlara eşlik ediyor: Felsefe, din, şiir ve gerçek aşk kavramı varoluşunuzun önemli birer parçası haline geliyor. Değişimi yaşadığınızı biliyorsunuz, ancak bunun nasıl gerçekleştiğini açıklayabilecek durumda değilsiniz. Nereye sürüklendiğinizi kesin bir şekilde tanımlayamadığınızdan, zaman zaman panik duyabilirsiniz. geçmişteki değerleriniz büyüsünü yitirince, kendinizi tümüyle başıboş bırakılmış hissediyorsunuz. Bu kartla karşılaştığınız anda, kendinizi dış dünyada hiç bir şey olup bitmiyormuş gibi hissedersiniz. Tıpkı şamanistlerde aydınlanma öncesi geçici bir ölümün gerekli oluşu gibi Asılmış Adam, hem ters hem düz konumda, fedakarlık talep eder. Zamanın durduğu mehtaplı bir gece şu anda bulunduğunuz yerdir. Beklentilerinizi şimdilik kafanızdan atın. Eski yaşantınız, bir yenisi şekillenirken, çözülüyor. Tıpkı böceğin kelebek olmadan evvel koza içindeki hali gibi, bu değişimler zamanı gelip gerçekleşene dek sabredin.
Garip bir dalgınlığa gömülmüş hayalet gibi dolaşıyorsunuz. Esrarlı ve güzel olana duyduğunuz özlemle öylesine dolusunuz ki, günlük hayata ayak uydurmakta güçlük çekiyorsunuz. Yaşamınızın bir anlamı olması, duyduğunuz duygu ve heyecanlarınızın yoğunluğundan kaynaklanıyor. Sanki deri değiştiriyorsunuz ve bu acılı değişim kendinizi harika hissetmenize sebep oluyor. Bu çocukça duygulanımlara eşlik ediyor: Felsefe, din, şiir ve gerçek aşk kavramı varoluşunuzun önemli birer parçası haline geliyor. Değişimi yaşadığınızı biliyorsunuz, ancak bunun nasıl gerçekleştiğini açıklayabilecek durumda değilsiniz. Nereye sürüklendiğinizi kesin bir şekilde tanımlayamadığınızdan, zaman zaman panik duyabilirsiniz. geçmişteki değerleriniz büyüsünü yitirince, kendinizi tümüyle başıboş bırakılmış hissediyorsunuz. Bu kartla karşılaştığınız anda, kendinizi dış dünyada hiç bir şey olup bitmiyormuş gibi hissedersiniz. Tıpkı şamanistlerde aydınlanma öncesi geçici bir ölümün gerekli oluşu gibi Asılmış Adam, hem ters hem düz konumda, fedakarlık talep eder. Zamanın durduğu mehtaplı bir gece şu anda bulunduğunuz yerdir. Beklentilerinizi şimdilik kafanızdan atın. Eski yaşantınız, bir yenisi şekillenirken, çözülüyor. Tıpkı böceğin kelebek olmadan evvel koza içindeki hali gibi, bu değişimler zamanı gelip gerçekleşene dek sabredin.
normal bi insan olsam bi insan onu için önemli olduğumu söylediğinde sevinirim. ben tırsıyorum. onun için önemli olabilmiş olmam ona bişiler gösterdiim anlamına gelior. ona bişiler göstermiş olmam onun benim için önemli olduğu anlamına geliyor. onun benim için önemli olması, bişi olursa üzüleceğim anlamına geliyor. ve ben bu yüsden üzülüyor ve korkuyorum. sonradan olabilecek şeyleri düşünüp önemsenmenin keyfini çıkartamıyorum. haksızlık bu.
Pazartesi, Eylül 02, 2002
gece indi üzerime. yağmur yağıyor. sesini duyuyorum yağmurun. dışarda olmak isterdim ama içerdeyim. aksın üstümden isterdim. üstümden aksın ve arınayım. gitsin bütün bu lekeler, bu kir toprak ve kan izleri. bacaklarımda kandan yollar var. ellerimde. ayaklarım da toprağın izi var. yürünmüş yolların çatlağı var. yağmur yağsa üstüme. iyileşse yaralarım. temizlensem kirimden. yeniden doğsam herşeyi yeni bir renge boyayan yağmurla. sesinde izinde kokusunda dokunuşunda kaybolsam. arınsam yağmurda. yağmur beni temizlese.
Pazar, Eylül 01, 2002
şimdi iyi şeyler olur gibi. homurdanarak beklediğim bir takım işaretler beliriyor hayatımda. ama memnun değilim. bir şeyler değişiyor yine ve ben bilemiyorum bu defa nereye gittiğimi. nereye ve neden. oturtmaya çalıştığım şeyler çatırdıyor ve ben bu yüzden daha sıkı sarılıorum onlara. kollarımla sararsam çökemezler gibi geliyor. ama ya altında kalırsam?
dün creme brulee yedik. lina's sandwich house da. amelie yi seredip, nilin saçını creme brulee reng,ne boyadıımdan beri yemek istiodum o mereti. gititk yedik. acaip güseldi. çok sevdim. bi de üç kişyidik ve üçümüz de ilk defa yioduk. o yüsden daha güsel oldu. dün garip bi gündü. önce ersoy aradı. sona efsunu grdüm. sona şükranları gördüm. sona bambi de döner yedim. sona bi sürü daha insan gördüm. garipti çok garip. 31 ağustos, efsunun doom günü, krem brüle nin ilk günü, gariplikler günü, yazın son günü. benim bambide döner yiyip, laneti kırmak adına bir adım atıp, deli gibi korktuum gün. unutulur bir gün değil.
filmlerde herşeyin çözüme kavuştuğu anları seviyorum. özellikle polisiye filmler şarlok holmzlar falan. böle başından beri biriktirilen ipuçları açıklanır ve sonuç söylenir. agatha kristi romanlarında da aynısı. miss marble mıydı ne onla hercules poirot'nun herkesi etrafına alıp katilin kim olduğunu, olayın nasıl gerçekletiğini anlattığı ana bayılırım. heyecanlı romanlarda çatlarım meraktan. ama hiiç o ipuçları kısmını atlayıp sonunu okumam. kitabı dehşetle okurum bitiririm rahatlarım. kitabın sonunu bilmemeye dayanamam. uyku tutmaz. bi keresinde 800 sayfa bi kitaba başlamıştım gece 12 gibi. dayanamayıp sabah 8 kadar okuyup bitirip öyle uyumuştum.
önce dolabı yan çevirdik. içindekilerin yerlerini değiştirdim, bi sürü şey atıldı gene. ordan onbeş santim kazandım. sonra masayı kestik testereyle. sadece çekmeceleri kaldı. sonra onun üstüne bilgisayarı yerleştirdim. sonra geri kalanları yerleştirdim. kitapların bazılarının yeri değişince kendi kitaplarıma yer açıldı. sonra masadan kalan şeyin aynına minderleri yerleştirdim. kendime kahve yaptım portakallı. sonra oturup mırmor un getirdiği kitabı okudum. kirzi sonrası beden hırpalama ve bi sürü şey atarak bir dönemi kapama operasyonum bu defa da başarıyla sona erdi. takım arkadaşlarıma teşekkür ederim.
bu gün bir eylül. ayların en güzellerinden biri. yaz resmen bitmiş bulunuyor şu an. her yaz kısa sessiz bir ölümdür demiş murathan mungan. bu ölümü de ölmeden atlattım. gerçi son dakka da film,in final sahnesi heyecanıyla kafamda patlama tehlikesi yaşattı bu yaz bana ama üstün çabalar, sinir krizi sonrası enerji, dakika da 126 kere hızla sallanan dizler ve gerginlikten ölen bana gülen dostlar sayesinden bunu da atlattım. yaz bitti. havalar soğur artık. yavaş yavaş ısınmak için birbirine sokulmaya başlar insanlar. bere takarım. bere örerim sevdiim birilerine. atkı takarım. sabah uyanırım ve rüzgar alır uykunun pusunu üstümden. yağmur yaağr saçlaırma, okşar saçlarımı. sıcak kahve içilir orta kantinde, bengi bana burcuuuuu diye baarır, ben gider bengiye böle pıt pıt kafasına vurarak selam veririm. nilim gelir okula ya da itünün soğuk yollarında doınarak ben ona ulaşmaya çalışırım, sonra sıcak çikolata içeriz kantinde. minibüse tıkışırız, ya da neriman olur bu sene. sıcak kahve için koşarıx, sinemadan çıkınca üşürüz. kış geliyor. sonbahara girdik bile. görkemli bir şekilde kutladık sonbaharın gelişini. ve mutlulukla selamladım eylülün ilk yağmurunu bu sabah. hayatımın en önemli insanlarından birini sonsuz sonbahar ülkesine gönderdim. londranın yağmurlu sokakları beni anımsatır umarım ona. kış geldi. okuldaki son kışım. paristeki ilk kışım. değiştiim halimin ilk kışı. ve böyle ilerlerse hayatım, bu halimin son kışı. bu kış beni heyecanlandırıyor. hoş geliyorsun kış.
Cumartesi, Ağustos 31, 2002
bi sene sona nerdeyse iki tane yazı yazdım. ilk okuyanın tüyleri diken diken oldu. ikinci bunalıma girip kendini sorguladı üçüncü hüngür hüngür ağladı. bi arkadaşım benle birlikteyken sürekli kötü anlarını düşündüü için bi süre görüşmek istemedi. bi tanesi bi sene önce bana ben mutluyum sen mutsuz, senleyken mutsuz oluorum görüşmielim demişti. nil benim yüzümden paranoyak oldu kendine benzettim. bunlar sadece aklıma gelenler. hayatıma şu ya da bu şekilde giren insanları lanetledim. hepsi bi yara aldılar benden. yaraladım insanları. bulaşıcı hastalık gibi bişeyim ben. ne olduğum belirsiz. ebola gibi bişe. hepatit b. önce annamıosun sona ölüosun. aids gibi . mutluluk sistemlerini çökertip hayat anlamlarını kaybettiriorum insanlara. aptal ediorum. öle sadece durarak bile yapabiliorum. irenç bişeyim öğk bana.
odamı temizler gibi, eski kağıtları işe yaramayan ya da can sıkanları atar gibi neden hafızamı temizleyip acı veren anıları atamıyorum? acı çekecek yerleri yoketmeden acıyla başetmeyi öğrenmek. pek çok insana göre çok daha fazla şey kaldırabilirim biliyorum. kendimi daha iyi kontrol edebilirim. zor anları daha kolay atlatmış gibi görünebilirim. acı çekmiyor gibi görünüp eve gidince ağlayabilirim. ihtiyaç duyulduğum anda kendimle ilgili her türlü kötü durumu erteleyebilirim. ama bunlar çok zor. bütün bunları yapmak çok zor. başedebilmek ama acı çekmek çok zor. acının büyüklüğünü bilmek, neler olabileceğini öngörebiliyo olmak çok zor. korkuyorum insanlar için. küçük çocukların yüzüne baktığımda yaşamın onlara verebileceği acıları düşünüyorum. şimdi ne kadar mutlular ama ne kadar da mutsuz olacaklar hayatları boyunca diorum. acı çekicekler diorum. büyücülük kulesi sınavından çıkmış raistlin gibiyim. insanlara baktığında onların yokoluşunu gören kum saati gözlü adam gibi. acıları görüyorum. ve hiç birini engelleyemem biliyorum. hiç kimsenin acı çekmesine engel olamam. olamadım da. denedim ve başaramadım. öldü insanlarım. çekip gittiler. tutunamadılar. teker teker kayboldular.
geniş açıları buldum. daha doğrusu düzenledim. eskiden bişiler üretiomuşum. artık o da yok. boş laftan ibaret hayatım. hiç bir yer ve zamanda hiç bir şeye herhangi bir etkim yok. varlığım anlamsız. üretmeyen yaratmayan bir insan. sadece kendi kendine oturup hayatın ne kadar boktan olduğu düşünüp, acılar ve hikayeler biriktiren biri. ne işe yarıo? meçhul. öle var sadece. duruo. hayat boyu bi boka yaramıycak. hüzn yabıo bunalıo? nie peki? gerzek de ondan. falında aşk hayatının düzelmiyceni örendi. görücü mü evlencen kızım sen die dalga geçti fal bakan onna. o da nefret etti hayattan. sona hüzün yabıo. gerzek işte.
sadece aşka meşke de değil artık tavrım. herhangi bir insan sınırlarımı zorlayınca bile panikliyorum. değer vermek istemiyorum insanlara. önemsemek. daha fazla acı demek daha fazla insan. endişe demek. hayatın onlara neler yapabileceğini biliyorum. gördüm. görmeye dayanamam. görmek istemiyorum. çift yönlü bi tehlike aslında. hem onlar için korkuyorum hem kendim için. bilmiyorum. sonuç olarak tersleniorum, agresifleşiorum. kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek ve hiç kimseyle tanışmamak istiyorum. tek olmak istiyorum. böylece kimse gidemez hiç bir yere.
bu gün odamı topladım. eski defterler buldum bi sürü. farkettim son on senedir nerdeyse kendimi hayatta kalıcı ve büyük mutluluklar olmadığına inandırmaya ve küçük mutluluklarla yetinmeyi öğrenmeye çalışıyorum. ve beceremiyorum. bi noktada iradem kalmıo ve gene bi şeylerin peşinde buluyorum kendimi. oysa buna inanmalıyım. istemedikçe ve emek vermedikçe üzemes beni hiç bişe. bişi istemessem onu elde edemediğim için üzülmem. bişi istesem bile uğraşmassam emeğime yazık olma şansı kalma çünkü bi emek olmaz ortada. sakin ve durgun bi yaşam. kendimi deşmemeliyim. altından çıkanlara katlanamıyorum. daha iyisini hakettiğim fikrine katlanamıyorum. gerçekten varsa bişiler içerde bütün bu olanlar yaşananlar koca bi şaka olmalı. bu benim hayatım olamas sürgündeyim. bu kurak topraklar benim olamaz o zaman. bu yağmuru camlar arkasından seyreden insan ben olamam. dedikleri şeyler duruyorsa içerde bi yerde bu çiğnenip tükürülmüş hayat benim olamaz. çürümüş. solmuş.
Perşembe, Ağustos 29, 2002
eskiden yazları şaröye giderdim. efsunların yanına. deli gibi eğlenirdik. iki hafta falan kalırdık. efsun zaten en iyi arkadaşım, bide eğlenceli kışında görüşmeyi sürdürdüğümüz bi rup vardı orda. geceleri alternatif die bi disko vardı sahilde oaraya giderdik. gitmeye çalışırdık daha doğrusu yaşımız tutmuoydu her akşam içeri giremezdik. abuk subuk dolanırdık bütün gece.siteye döner orda konuşurduk. kaç kere azar işittik allah bilir. büyük onur küçük onur alper tolga ufuk buket yeliz billur fatih ben efsun. büyük onur a bonur, küçük onura konur derdik. küçük onurun okulu istanbul erkekti. sabahları kahvaltı ederdik onla. bana yılbaşında muhteşem bi parfüm almıştı bende ona bere örmüştüm. severdim çok onu. şeker bişedi. sona birinci sınıfın kışıdı. ben burhaniyeye gitmeden önceki gündü. bonur öldü. 22 yaşınd akalp krizi geçirdi ve öldü. efsun dışında bu insanların hiç biriyle bi daha görüşmedim.
iyi bişi olsa iyi bişi olsa iyi bişi olsa. iyi bişi olucakmış gibi ama olmaması daha muhtemel. sanki sevinicem ufacık tefecik bişi olucakmış gibi. ama ya olmassa. olucak gibi ama yani bu sebepsiz rahatlık falan bişey demeye çalışıo olmalı bana. bişi olucak evet. ama ya ölüceksem? ya buysa en iisi. yok yok ölmem falda çıkardı. bişiolucak sanki. değişik bişi ii mi kötü mü bilmiorum deişik bişe. belki saçımı bu gün böle deişik yabdım die öle geliodur.
beatles dinniorum. ersan nefis bi mp3 cdsi koydu giderken. ne kadar mutlu adamlarmış ya. lise birdeyken sertaç die bi çocuk vardı. o bana iki tane beatles kaseti getirmişti. onları çekmiştim. hatta bi tanesi şimdi nilin arabasında. liseyi bitirdiim sene burcunun kardeşi mert bana bi beatles kasedi hediye etmşti. lesis bi kasetti o ama kayboldu sanırım.burcuyla mert de yok zaten ortada. mert bizim okulda felsefeyi kazandı ama başlamadı daha bölümüne hazırlıkla uğraşıodu en son. burcu da okulu bitirmişti.
sertaçla beraber number1 fm in biradyo pogramına katılmıştık. öyle çok konuşmuştum ki. bize çıkışta clearasil hediye etmişlerdi, ergen bunnar svilceli olur die heralde. o dönemde özgür sunuodu programı college top ten die bişi.özgürün saçlaır uzundu ama nası yakışıklıydıı. of of. bizim okuldaydı özgür. kaç sene sona bi gün, sosyete kantine giderken merdivenlerde görmüştüm, saçlarını kestirmişti. of of gene çok yakışıklıydı yahu. beğendiğim çok nadir sarışın erkeklerden. ooof of. çok yakışıklıydı çok!
sertaçla beraber number1 fm in biradyo pogramına katılmıştık. öyle çok konuşmuştum ki. bize çıkışta clearasil hediye etmişlerdi, ergen bunnar svilceli olur die heralde. o dönemde özgür sunuodu programı college top ten die bişi.özgürün saçlaır uzundu ama nası yakışıklıydıı. of of. bizim okuldaydı özgür. kaç sene sona bi gün, sosyete kantine giderken merdivenlerde görmüştüm, saçlarını kestirmişti. of of gene çok yakışıklıydı yahu. beğendiğim çok nadir sarışın erkeklerden. ooof of. çok yakışıklıydı çok!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)